PKK elindeki “kaymakam adayı, polis, astsubay, uzman çavuş ve erlerden oluşan 8 kişilik rehine grubunu serbest bırakırken terörist lideri olan Süleyman Şahin’in “el sıkma” girişimi karşılıksız kalmış.
Düşünelim; 1.5 yıldan uzun süredir bir ayı ininden beter, yerin 100 m. altında bir mağarada, sağlıkları bozularak, 20-25 kilo kaybederek hapsedilmişler. Kendilerini hapsedenlere bir kötülük yapmış değiller ve terör örgütünün planları içinde “devlete şantaj” olarak kullanılmak üzere onlara cehennem hayatı yaşatılmış. Rehinelerden biri “annesinin uzun süre önce, o mağaradayken hayatını kaybettiğini ve kendisinin onu son bir kez göremediğini” bile bırakıldığı zaman öğrenmiş.
Başka güçler demişlerdi..
El sıkmak için elini uzatan terörist ise “Tokat Reşadiye’de 7 askerin şehit edildiği saldırının emrini veren” kişi.. Hani şu; saldırının arkasından Hükümet üyelerinin “PKK’nın yapmadığını, Ergenekon’u kastederek ‘başka güçlerin olduğunun tahmin edildiğini’ söyledikleri” Reşadiye saldırısından söz ediliyor. Bir iki gün sonra da PKK üstlenmişti saldırıyı..
Üstlenmeseydi “Ergenekon’un Türk askerlerini öldürdüğü” suçu da kafadan yapıştırılacaktı varlığı ispatlanamayan hayali bir örgüte.. Varlığı kanıtlanamadığı gibi, kendi açıklamalarıyla yüzlerce kişinin tutuklanmasına sebep olan haham Tuncay Güney’in “Ergenekon bir projeydi, bitti.. Devlet bana baskı altında bunları söyletti, vicdanım rahatsız, tutukluların hepsi serbest bırakılmalı” dediği örgüt.. Kimseciklerin hala çıkıp bu sözlere karşılık tek kelime etmediği ama gazetecilerin, bilim adamlarının, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un hala içerde tutulduğu örgüt (!)..
Devam edelim, binlerce askeri ve polisi şehit eden örgütün başlarından biri; 7 askerin şehit edildiği saldırının da emrini vermiş ve sonra da dönüp askerlere, polislere el uzatıyor.. Ve hem de gülerek..
Silah bırakmayan örgüt!
Tamam, terör örgütünün bu rehineleri bırakması kendileri açısından çözüm için doğru bir adım (nasıl bir çözüm olacaksa daha TBMM ve hiç kimse bilmiyor ama herhalde Öcalan biliyordur), bununla birlikte tarifsiz acılar çekmiş askerlerin davranışı da onlara göre en doğru davranıştır, kimse aksini iddia edemez.. Ve Uzman Çavuş Zihni Koç’un uzatılan eli sıkmadığı anda yüzündeki “ne hakla şimdi bunu yapıyorsun” ifadesi de unutulmayacak bir ifadedir.
PKK gerçekten iyi niyet gösterecekse önce “silah bırakacağını ve bir daha kimseyi kendi amacı uğruna öldürmeyeceğini” açıklaması gerekir ki buna kesinlikle yanaşmadıkları defalarca ifade edildi.. Peki, yarın istedikleri olmazsa aynı kanlı eylemlere, hatta daha kötüsüne hazır oldukları bilinen bir örgüte “barış istiyor” demek kolay mıdır?
Serbest bırakılan rehinelere ve ailelerine geçmiş olsun, doğrusu kutlanacak bir cesaret ve onur duruşu sergilediler!
Yayın yasağı yetkisi AİHM’ye gitmeli!
Dün yazdığım bir konu bu ama akıldan çıkacak gibi değil.. Başbakan veya onun görevlendireceği bir bakana “medyaya yayın yasağı koyma yetkisi” veren bir yasa çıkarılıyor ve Anayasa Mahkemesi bunun iptali için yapılan başvuruyu reddediyor..
Demokratik yönetime sahip hiçbir ülkede görülmemiş, akla hayale bile getirilmeyecek bir yasadır bu.. Basın özgürlüğünün zaten kısıtlanmış olduğu, siyasi eleştiri yapan gazetecilerin işlerini kaybettiği, medyanın siyasi gücün baskısı altında olduğu bir ülkede ise artık “ifade ve basın özgürlüğü kısıtlamasında” varılacak son noktadır.
Bundan sonra gelecek hükümetler dahil hiçbir iktidarın böyle bir yetkisi olamaz..
Muhalefet yapamaz
Hukukçulara danıştım, “muhalefet partileri AİHM’ye başvuramaz mı” diye sordum, bu olamıyormuş. Ama medya mensuplarının böyle bir hakkı varmış. Anayasa Mahkemesi ülke içinde başvurulacak en üst mahkeme olduğuna, o da “özgürlüklerin kısıtlanması”na karşı çıkmadığına göre bunu gazeteciler yapabilir. Ülkenin medyasının, bağımsız gazetecilerin zaten hali hazırda ne sıkıntılarla karşılaştığı da ortadadır.
Ben kendi adıma “halkın çok sevdiği, hala izlemek için sabırsızlandığı TV programımın sebepsiz yere, siyasi baskı sonucu kaldırılması” ile medya özgürlüğümün yeterince kısıtlandığına inanıyorum. Bundan daha ötesini, hükümetlerin açıkça basına müdahale ve yayın durdurma yetkisini de AİHM’ye götürmeyi düşünebilirim. Geçen defa götürdüğüm davayı kazandım, bunu da kazanacağımı umuyorum. Bekleyip göreceğiz.
TKDF Başkanı’nın en zor günü!
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı, değerli dostum Canan Güllü ’nün Salı günü vefat eden annesi dün Ankara Kocatepe Camii’nde yapılan törenle ebediyete uğurlandı..
Kadın ve çocuk hakları ve uğradıkları şiddet olaylarının durdurulması konusunda, yıllardır mücadele veren, aynı mücadele içindeki çok sayıda kadın kuruluşunu yöneten Canan Güllü ve tüm ailesine başsağlığı, sevgili annelerine de Allah’tan rahmet diliyorum, nur içinde yatsın!