‘İzindeyim’ dedim olmadı, ‘Tekrar buluşacağız merak etmeyin’ dedim anlaşılmadı, artık başka dilde söylemem gerekiyor herhalde; ‘I’m on holiday’ arkadaşlar.
Üzgün olduğumu, son günlerde üst üste gelen olayların benim için ‘dayanılmaz noktaya’ ulaştığını Perşembe günü okurlarıma yazdığım notta açıkça belirtmiştim. Onlardan gelen sayısız mesajda “yokluğumdan duyacakları üzüntü” de aynı açıklıkla anlatıldı, hepsine çok teşekkür ediyorum. Bizim ayrılıklarımız; TV programım “Her Açıdan”ın tüm başarısına, ülke içinde ve dışında izlenme rekorları kırmasına rağmen yayından kaldırılmasından sonra olduğu gibi, ülke şartları buna imkan tanıdığı için “yıllar”ca sürebilir ama söz veriyorum, sonsuza kadar sürmez.
Hangi çılgın?
Köşemde yayımlanan “izin” açıklamama rağmen Perşembe günü internet sitelerinde, Facebook’ta ve bazı TV kanallarında gün ve gece boyunca bu izin “bana yaptırılan zoraki bir izin” şeklinde yer aldı. Şimdi, haberleri “daha da flaş” hale getirme isteği medyada vardır, anlıyorum ama bunun; “hayatı boyunca ‘doğru’dan ayrılmamış insanlara, hele de meslektaşlara haksız yere zarar vermemeye” dikkat ederek olması gerekir. Anlayan, tanıyan iyi bilir, ben ‘özgürlüğü’ her şeyin önünde tutarım, asi ruhluyumdur, İstiklal Marşı’mızdaki “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” dizeleri tarifime çok uygundur.. Kısacası “izne çıkarılmam” mümkün değildir, ancak “izne çıkarım” ..
O nedenle, bana sorduklarında aksini anlatmama rağmen saatler boyu “izne çıkarıldığım” şeklinde anonslar yapılmasının beni mevcut durumda daha da çok üzdüğünü belirtmek isterim.
Hayatımdaki insanlar..
Yukarda söz ettiğim “özgürlük” aşkıma rağmen “öfkeyle kalkan, zararla oturur” gibi atasözlerimizi unutmamaya çalışıyorum. Meslek hayatımda da Sabah gazetesindeki 13 yılım dahil olmak üzere bugüne kadar hemen karar versem hata olacak birçok durum yaşadım. Duygusallıkla vereceğim ani bir kararın “benim dışımdaki insanlara, aynı havayı soluduğum, birlikte çalıştığım meslektaşlarıma ve kendimi sorumlu hissettiğim topluma” ne gibi artı ve eksileri olacağını uzunca düşünürüm. “Aklına ve önerilerine güvendiğim”, zor anlarda hep yanımda olan çok değerli dostlarımın ve gazeteci arkadaşlarımın “aynı noktada birleştiği” görüşleri benim için çok önemlidir, onlara danışırım.
‘Muhalif’ olmak!
Türkiye “ilerde tarihin anlatmakta zorlanacağı, bazı kişilerin aynaya dahi bakamayacağı” zor bir dönemden geçiyor. Bu dönemde “demokratik basın özgürlüğü sınırlarına saygı göstererek bağımsız eleştiri yapabilen” gazeteciler parmakla sayılacak kadar azaldı, o “basın özgürlüğü sınırları” da boğacak kadar daraldı. İşte böylesine kritik bir süreçte toplumun “doğru haber ve yorum alma” imkanının ortadan kalkmasının kime ne yararı olacağını hatasız tartmak gerekir.
Size daha önce anlattığım gibi, “demokrasinin beşiği” denilen İngiltere’de uzun yıllar yaşadım, eğitimimin bir kısmını orada aldım. Bu nedenle “evrensel anlamda basın kurallarına uymak” ve ülkesi için “son şans kalana kadar doğruları savunmak” ilkelerimden biridir, bugüne kadar “hiçbir partiye veya siyasetçiye” kişisel olarak “muhalif” olmak gibi bir derdim söz konusu bile olmadı, olamaz. Birine nasıl soruyorsam, diğerine de aynı şekilde sorarım sorularımı..
Kategorize etmeyin
Ancak “gazetecinin kamu adına denetleme” görevine sadık kalarak “tüm yanlışlara muhalif” olduğum, ülkemi Arap ülkelerindeki, diğer Müslüman çoğunluklu ülkelerdeki iç savaşlardan, mezhep kavgalarından bugüne kadar koruyan “laik-demokratik rejimine” bağlı olduğum doğrudur. Bunu daha önce defalarca yazdığımı, “ideolojik” bazı medya listelerine adım konduğunda ‘beni kategorize etmeyin’ dediğimi gayet iyi hatırlıyorum.
Durum budur ve “muhalif gazeteci” anonsları da hatalıdır, belirtmiş olayım. Sevgili okurlarım, bir süre için ‘kendi isteğimle’ izindeyim, düşünmeye ve dinlenmeye ihtiyacım var..
Sevgilerimle..
Daha kötüsü ve STK’lar!
Başlamışken değinmeden geçemeyeceğim; sabah TV’de Ankara Güven Parkı’nda toplanan sivil toplum kuruluşlarının, kadınların, evladını polis şiddetiyle kaybeden anaların “savaşa hayır” demek için yaptıkları eylemi izledim. Aralarına “CHP’li kadın milletvekillerinin” karışması, mikrofonu kapıp konuşmaları gayet rahatsız edici..
Her sivil toplum gösterisinde sanki şartmış gibi “CHP veya bir başka siyasi parti ya da örgüt” ortaya fırlıyor ve gösteriyi anında siyasallaştırıyor, “sanki kendileri organize etmiş” havasına sokuyor. Tepki olacaksa ya “sivil toplum” tepkisi olsun, onları rahat bıraksınlar veya gerekli görüyorlarsa partiler kendileri oraya çıksın. Yapılan hoş değil.
Bir de Başbakan’ın “Esad gidince ne olacak? Bundan daha iyi olacak. Halkını bombalayan, kimyasal silah kullanan bir iktidardan daha kötü ne olabilir” sözü var. Bana geçenlerde yazdığım ‘En kötü gidecek, kim gelecek?’ yazısını hatırlattı. Gerçekten de “halkına zarar veren baskıcı liderler”in yerine kimin geleceği tartışma götürmez, böyle bir soruyu ancak budalalar sorabilir; “Bundan kötüsü ne olabilir” sorusunun cevabı da içindedir zaten. Kim gelirse gelsin “bundan daha iyi olacak”tır!