Medyayı konuşmayın, susun artık!

Haberin Devamı

Sanki darbe dönemlerinde bile görülmemiş ölçüde, Cumhuriyet tarihinde rastlanmamış şekilde bir medya yıkımı olmamış, olmuyormuş, kimse ülkede “bağımsız, tarafsız, eleştirebilen, basın ilkelerine bağlı bir medya” nın bırakılmadığını fark etmiyormuş gibi, siyasi telkin ve baskılarla gazeteciler-TV programcılarının işleri elinden alınmıyormuş gibi olayı basite indirgeyen ya da hikayeler anlatan konuşmalar yapılması insanın kanına dokunuyor.

Yalnız medya değil, toplumun da aptal yerine konduğu duygusu bastırıyor. Bakalım şimdi, Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan ne demiş; “Ülke ve toplum değiştikçe ‘doğal olarak’ medya da kabuk değiştiriyor, kimi yazarlar ‘miadını dolduruyor’, kimi anlayışlar ‘geriye’ düşüyor, kimi yöneticiler ‘zamanın gereklerine uyum’ sağlayamıyor. Bununla birlikte siyasi iklimin de ‘medya anlayışı ve yönetimi üstünde etkileri’ olabiliyor. 28 Şubat’ta da, 27 Nisan’da da askerin talimatıyla hareket eden medya mensuplarının bir kısmı bugün Hükümet müdahalesinden şikayet ediyor.”

‘Doğal’ ne demekti acaba?

Yani son yıllarda ve yoğun olarak son aylarda işten çıkarılan, hayatı kaydırılan başarılı gazeteci ve televizyoncular “doğal olarak, kabuk değiştirmenin gereği olarak” işten çıkarılmışlar, mesela “reyting rekortmeni” haber programları, “tiraja katkısı olduğu bilinen” yazarların işi doğal olarak alınmış ellerinden.. Ya da “miatlarını doldurmuşlar” .. Başarılı yöneticiler “zamanın gereklerine uyum sağlayamamış” da işini kaybetmiş. Ne diyelim, sırtını sağlama dayamış, ne söylese yutturacağını sanana ne denebilir?

Darbeden farksız!

Başarılı bir gazetecinin “miadını doldurması” ne demek acaba? Medya dünyasına yeni deyimler (!) de kazandırıyorlar. Pardon ama bu gazetecilik (gerçek olanı, hak edeni) dediğin şey beyinle ve yetenekle ilgilidir, öyle torpille, kol kanat germekle, bir koltuk kapmakla filan olmaz. Beyin ve yeteneğin de miadı olmaz, halk seviyor, beğeniyorsa “onların miadına” da siyasiler karar veremez . Aynen bir “darbe” ile “demokratik seçim” farkı gibi.. Halkın seçtiğine siyasetçinin ipotek koyması.. “Onu devirmeye çalışması veya görevini yapamaz hale getirmesi”.. Aa bu son zamanlarda çok sık söyleniyor; TCK 312 ’ydi değil mi? Tamam işte aynen bu! Gazetecilerin TCK 312’si..

Zamanın gerekleri..

En hoşu galiba “zamanın gereklerine uyum sağlayamamış gazete yöneticileri” .. Zamanın gerekleri ne, iktidar partisini hiç eleştirmemek, gözlerin önünde olan olayları bile tarafsız, gerçeğe uygun olarak değil, “sadece onların hoşlanacağı şekilde” aktarmak.. Haberlere “hoş görünecek kılıflar” bulmak, gerekiyorsa beyaza siyah, siyaha beyaz demek ve yutmayanlara sayıp sövmek, anında hepsini “darbeci” yapmak..

Akdoğan’ın “siyasi iklimin de medya anlayışı ve yönetimi üstünde etkisi olabiliyor” sözleri de enteresan. Şu anda hangi siyasi iklim “medya yönetimleri üstünde etkili” mesela? Haydi, dilinin ucundadır nasılsa, söylesin de duyalım.

Medyanın “üzerinde konuşulacak, yorum yapacak, bir köşesinden tekrar ‘ilkeli medya’ya dönecek hali kalmadı artık. Bunu yaratanlar, demokrasinin ilk şartı olan “özgür basın” ı yok edenler ve sıra kendilerine gelene kadar bu baskılar yokmuş, meslektaşlarına ve mesleklerine siyasi eller uzanmıyormuş gibi davranarak teşvik edenler eserleriyle gurur duyabilirler. Ama aynen yargıya ve diğer demokratik kurumlara olduğu gibi tarih bunu da affetmeyecek!

Baskın için suça gerek yok!

Batı’lı sanatçıların, aydınların Türkiye’de vatandaşlara karşı “devlet-hükümet şiddeti” ne karşı çıkmasına da bozuluyor iktidar partisi ama “farklı yerlere düşen taşlar” a dikkatle baktığınızda hiç de haksız değiller.. Dünyanın her köşesinde gözler görüyor, kulaklar duyuyor .

Mesela sevilen sanatçı Edip Akbayram ’ın “Başbakan’ın sanatçılara verdiği kahvaltıya katılmadığını bildirdikten bir hafta sonra 2006-2010 yılları arasındaki defterlerinin Gelirler Başkontrolörlüğü tarafından incelemeye alınması” ile “hesabını verecekler” dendikten kısa süre sonra Koç Grubu şirketlerine yapılan vergi baskını arasındaki benzerlik gibi.. İktidar kızıyor, bağımlı kurumlar harekete geçiyor.

Teröriste yapılmayan..

İşçi Partisi, Aydınlık gazetesi, Ulusal Kanal ve Türkiye Gençlik Birliği (TGB)ne yapılan “5 Ağustos baskını” da öyle.. Sabahın 7’sinde sanki ortada bir terör veya kaçakçılık suçu filan varmış gibi (teröristler bunu yaşamıyor, yanılmayın) bürolarına, yönetici evlerine baskın yapılıyor, TGB Genel Başkanı Çağdaş Cengiz, TGB İstanbul İl Başkanı ve 5 yönetici gözaltına alınıyor.

Her yer didik didik aranıyor, bilgisayarlara, telefonlara el konuyor ve işe bakın; gözaltına alınanlara “5 Ağustos’tan önce bırakılmayacakları” söyleniyor. Atfedilen suç “Hükümeti baskı altına almak” mış, bu söylenmiş. 8 Nisan’daki duruşmada olaylar çıktığı için tekrarlanması önlenecekmiş. Bu kanal, kuruluş, parti ve gazetenin “5 Ağustos’ta Ergenekon’un karar duruşmasına gelmeleri için” halka çağrı yapmaları suç sayılıyor yani..

Bir çağrı için!

Eylemi olmayan, şiddeti olmayan basit bir çağrı.. Hem de “yüzyılın davası” sayılacak iki davadan birinde, yıllardır süren hukuksuz tutuklamaların olduğu bir davada kararların sonucunun açıklanacağı gün için yapılan çağrılar bunlar. Hem de “mahkeme kararı” çıkarılarak yapılıyor. Hani “yangına körükle gitmek, zaten yay gibi gergin bir toplumu daha çok germek, toplumu galeyana getirmek” için daha uygun yöntem bulunamaz. Durmak yok, yola devam, haksızlıkları-hukuksuzlukları sürdürsünler bakalım, Times ilanlarına da kızmasınlar ama, biz nasıl Mısır’a karışma hakkı buluyorsak, onlar da Türkiye’de olan rezaletlere susmak zorunda değil!

DİĞER YENİ YAZILAR