Daha neler duyacağız, göreceğiz bilmem ama benim dayanma eşiğim şimdiden “dayanılmaz” halde onu biliyorum.
Suriye tarafından 3 ay önce esir alınan ve hapsedilen TRT Muhabiri Cüneyt Ünal için (başta Hatay olmak üzere) CHP milletvekilleri girişimde bulunmuşlar, uğraşmışlar ve sonunda 9 kişilik heyet halinde Şam’a giderek onu kurtarmışlar.
BU BİLE PARTİ MESELESİ Mİ?
Cüneyt Ünal karşısında milletvekillerini görünce heyecandan ağlamaya başlamış ve “yeniden doğmuş gibiyim” demiş. Böyle bir durumda artık parti pırtı gözetilmez, toplum olarak hatta en basitinden “insan olarak” herkes memnunluk duyar değil mi?
Nitekim Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç memnun olduklarını söyleyerek CHP’yi kutlamışlar ama AKP Genel Başkan Yardımcısı (ve ne yazık ki sözcüsü, zira bu durumda partinin görüşü olarak yansıyor) Hüseyin Çelik, Twitter’a “Onlara teslim edilmesi manidar” diye yazmış.
Neden manidar? Yoksa onlar Esad’la ahbaplık mı ediyorlar, sıkı fıkı dostlukları filan mı var? Sadece “bir Türk gazeteciyi kurtarmak üzere” razı etmeye çalışmışlar, uğraşmışlar, onun gibi bir diktatör bile insafa gelmiş. Yapmasınlar mı, o gazeteci de Suriye hapishanelerinde mi unutulsa daha uygundur? Yani gerçekten (hangi parti veya partiler söz konusu olursa olsun) particilik yapmanın, rakipler hakkında gerçek dışı suçlamalarda bulunmanın, “artık hiçbir kuralın tanınmadığı” Türkiye’de dahi bir sınırı olmalı, o sınır aşılınca insanlar “aptal yerine konmuş” oluyor ve bunu hazmedemiyor.
SOSYAL MEDYADA TEPKİLER
Ve aynen öyle olmuş, daha haber çıkar çıkmaz altına gelen yorumlardan bazıları şöyleydi;
“Gazeteci Cüneyt Ünal CHP heyetince Esad rejimine iade edilsin. Ünal’ı yarın İHH teslim alsın. Kimsenin Hüseyin Çelik’i üzmeye hakkı yok.”
“Açıklamanla sosyal medyayı kahkahaya boğdun Hüseyin Çelik.”
“Keşke Cüneyt Ünal’ı aldıktan sonra Hüseyin Çelik’i vereydik.”
“Manidar olan Hükümet’in teslim alamaması değil midir?”
Üzücü tabii, keşke bir vatandaşımızın hayatını kurtarmak bile parti meselesi haline getirilmese, medeniyeti, demokrasiyi sindirmiş toplumlarda görülmeyecek olaylar bunlar ama bizde ne yazık ki hala sürüyor.. Unutmadan ekleyeyim CHP Milletvekili Refik Eryılmaz “diğer arkadaşımızla ilgili de bilgi istedik, umarım ona da ulaşma imkanı buluruz” demiş açıklamasında.. Biz de umarız ki o da zarar görmeden kurtarılır.
ALLAH SABIR VERSİN!
Cüneyt Ünal’ın “serbest bırakıldıktan sonraki” görüntülerinde gözlerinin önü çökmüş, yüzünde mutluluğu bile yansıtmayan bir ifade var, sadece şaşkınlık ifadesi.. 3 ay tutukluluk ve endişe onu bu hale getirmiş.
Cuma günü Odatv duruşması sonunda (aynı iddia ile tutuklanmış diğer Odatv sanıkları “TÜBİTAK raporuna dayanılarak” serbest bırakılmış oldukları için) tahliye edilmeyi bekleyen Soner Yalçın ve diğer isimlere bir kez daha “tutukluluklarının devamına” dendiğinde biraz empati yapabilen herkes onların nasıl bir yıkım hissettiğini anlardı. 3 ay tutukluluk değil onlarınki, Yalçın örneğin 2 yıldır hapiste bekletiliyor. Aynı şekilde daha da uzun zamandır cezaevinde bulunan ve “delillerin sahteliğini ispatlayan bilirkişi raporları hiç dikkate alınmadan” hakkında hüküm verilen, haksızlığa uğradığını bilen herkesin bu duygulara sahip olduğuna şüphe yok.
Ortada “işlediği somut bir suç olmadan ve üstelik aksi kanıtlanan iddialarla” bir insanın özgürlüğünün elinden alınması kesinlikle “katlanması en zor hatta çıldırtıcı ceza”lardan biridir.
Bu psikolojik işkenceyi yaşamak zorunda bırakılan herkese sabırların en büyüğünü dilemek gerekiyor. Söylemesi kolay, uygulaması hiç kolay değil ama metin olsunlar, hiçbir haksızlık, hukuksuzluk sonsuza kadar süremez!
Başkan ‘diktatör’ olur mu?..
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bir kanalda “başkanlık sistemi” ile ilgili açıklamalar yapıyordu. Öyle güzel anlatıyor ki (daha sonra Burhan Kuzu da benzer şeyler söyledi) dinlerken insan iyice irdelemese “Aa hemen bu sisteme geçilmeli, daha iyisi olamaz” der. Zaten itiraf etmek gerekir ki Hükümet üyelerinin en büyük başarısı “hatalı veya haksız oldukları” konuları bile son derece inandırıcı şekilde ve “olduğundan farklı” yansıtabilmeleri.
Şöyle diyor Bozdağ: “Bizim öngördüğümüz sistemde Başkan ‘yürütme’de (hükümette) tek söz sahibi. Halk onu seçiyor, o herşeyi yapıyor. Ama ‘yasama’ya (Meclis’e) hükmedemiyor. Yasamaya hükmedemeyen, kanun çıkarma yetkisi olmayan başkan nasıl diktatör olacak?”
Bunları dinleyince hak verirsiniz değil mi? Peki bir örnek verelim; son 10 yılda, bugüne kadar Başbakan Erdoğan’ın isteyip de çıkaramadığı kanun oldu mu? Cevap: Hayır.. Neden, çünkü “TBMM çoğunluğuna” sahip ve ihtiyacı olduğunda MHP’nin de desteğini zaten alıyor.
Gerçi gerek bile kalmaz ama gelecekte de bir başkan “başkanın istediği kanunu çıkarması”nı sağlayacak bir kanunu bile Meclis’ten geçirebilir. Bekir Bozdağ’a “Hitler’in yaptıklarını arkasında meclis varken gerçekleştirdiğini” hatırlatmak gerekiyor, o döneme bir göz atmalı.. Tabii bu tartışma, başkanlık sistemine uygun şartların mevcut olmadığı ülkeler için “genel anlamda, potansiyel tüm başkanlar ve tüm meclisler” için söz konusudur.