Mısır’da “Mursi’ye karşı halkın ayaklanmasından istifa eden” ordu yönetime el koydu ve arkasından “Mursi taraftarlarına yapıyoruz” diye silahlı güvenlik güçlerini halk kesimlerinin üstüne saldırttı, çocuk-genç-yaşlı demeden yüzlerce insana katliam yaptı.
Aradan birkaç gün geçti, daha dünya Mısır’ın şokunu yaşarken Suriye’de bebek-çocuk-yaşlı demeden binden fazla insana “sinir ve sarin gazıyla” katliam yapıldı. Suriye yönetimi “ülkede BM uzmanlarının bulunduğu sırada ve gözlemlerinin ilk gününde ‘isyancılara karşı’ kimyasal silah kullanmanın siyasi intihar olacağını” söyleyerek bu iddiayı reddettiğini açıkladı ama Türkiye’de MGK toplantısı sonrasında yapılan açıklamayla ‘Şam rejimi, yani Esad’ kimyasal silah kullanmakla suçlandı.. Tablo korkunç, tablo içler acısı ama düşünelim; Mısır’da “devrilen hükümetin yerine gelenler” yapıyor halk katliamını, Suriye’de ya “mevcut yönetim” veya “karşıtları” ..
Diyelim ki bu olayın sorumlusu Esad’dır, ki konuştuğum, Suriye’den gelen ve “biz Sünni-Şii-Alevi kavgası diye katliamlar yapılmasını değil, sadece ‘demokrat bir yönetim’ istiyoruz” diye çırpınan sıradan vatandaşlar da buna inanıyorlar. Ama daha önce “muhalifler” inin de (aralarındaki El Kaide ve benzeri terör örgütleriyle) insanların üstüne benzin dökerek canlı canlı yaktıkları veya öldürüp kalbini söktükleri filan görülmedi mi?
Şii, Sünni, Alevi, Sivil, Asker..
Ne görüyoruz; aklı başında Arapların da dediği gibi Mısır veya Suriye , o taraf veya bu taraf, o silah- bu silah fark etmiyor, güç uğruna “insanlığı unutmaları, kendi halklarına uyguladıkları vahşetten medet ummaları” aynı kalıyor. Şii olmuş, Sünni olmuş, sivil olmuş asker olmuş, ister 5-10 kişi öldürülsün, yüzlercesi yaralansın, isterse 1000 öldürülsün 5 bin yaralansın ne farkı var, bir mezhep veya koltuk kavgası için vahşete başvuruyorsa bu tartışılır mı artık? İster Esad’ı suçlayalım, ister muhaliflerini , ister Mısır’ın “Sisi”sini, hepsi katildir.. Hepsi kendine göre “kabul edilir sandığı” nedenlerle katliam yapmaktadır.
BM bizi de uyarmıştı!
O nedenle.. Davutoğlu’nun “İlkesel olarak hepimizin Ortadoğu’da insan haklarının ve taleplerinin yanında olmamız gerekir, biz ‘baskıların durması’ için elimizden gelen çabayı sarfettik” demesi, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Banki Mun’la “Suriye’deki durumu” konuştuğunu ve uluslararası toplumun sessiz kalmaması gerektiğini söylemesi önemlidir.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın “Kötülüğü azaltmanın yolu iyiliği çoğaltmaktan geçiyor. ‘Onların yaşam hakkını’ korumalıyız” demesi de.. Zira başka toplumlara yapılan saldırıları bu kadar iyi anlıyor ve şiddete karşı dünyayı harekete çağırıyorsak herhalde “Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz , Abdullah Cömert ve hayatını ya da organlarını ‘barışçıl gösteriye karşı yapılan polis şiddeti’ sonucu kaybeden diğer gençlerimiz” konusunda da, kendi ülkemizdeki şiddet konusunda da bundan sonra aynı hassasiyeti göstereceğiz demektir.
Unutmayalım, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Banki Mun Gezi protestolarına karşı kullanılan polis şiddeti için “orantısız güç” uyarısı yapmış ve “sorumluların cezalandırılmasını” istemişti. Bu uyarıları bizde dinleyen oldu mu? “İnsan hakları, talepleri, özellikle insanların yaşam hakkı” her yerde aynı önemi taşır!
Yine aynı kişi, yine falso!
Sonradan “kadın aleyhtarı bir yargı üretmek iyi niyetle bağdaşmaz, BM’nin inandırıcılığını kaybettiğini vurgulamak için söyledi” diyerek bir de konuşmaya tepki gösterenleri “kötü niyetli” yaptılar. Ama aynı anlam Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşmasının birkaç yerinde çıkıyor, tek cümlede değil. (Sahi din işleriyle ilgili Başkan Görmez’in “elimizde 3 günlük görüntüler var” dediği Cami görüntüleri ortaya çıkarıldı mı, yoksa görmek isteyenler de kötü niyetli mi?)
Kadın Bakanlığı ile Diyanet’in ortaklaşa yürüttüğü “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Din Görevlilerinin Katkı Sağlaması Konusunda İşbirliği Protokolü” toplantısındaki konuşmasında geçiyor cümle üstelik: “Birleşmiş Milletler ‘kadına karşı şiddetle’ uğraşacağına insanlığa karşı cinayetleri önlesin” .. Bunu duyunca “Allah Allah, kadınların binlercesinin katliamdan farksız şekilde kocaları ve diğer erkekler tarafından öldürülmesi de katliamdan farksız değil mi, ‘insanlığa karşı cinayet’ değil mi, bu nasıl söylenir” dediyseniz kötü niyetlisiniz, söyleyen ise her tür yorumdan muaf..
Bu yetmemiş, arkadan “Bütün kadın hakları savunucuları, dernekleri, aktivistleri de bir meşruiyet krizi içine girmişlerdir” diye başlayan ve sebebini (sanki erkeği, kadını, bebeği birlikte hedef olmamış gibi) Rabia Meydanı’nda 17 yaşında kurşunların hedefi olan Esma’ya bağlayan cümleler gelmiş. Yalnız Esma değil, tüm katliam kurbanları için insan olan herkes üzülüyor ama bunların “kadına şiddet”le ne ilgisi var? Mazeret kaldırır gibi değil, Görmez’in konuşmaları artık anlam ifade etmiyor, ya susmalı veya iyi hazırlamalı konuşmalarını.. Bu gaf da öncekinden farksız, kabul edilemez yani!
İnsan haklarının yanında olmak, Türkiye’de de!
Haberin Devamı