Ülkemiz savaşın eşiğindeyken ordusunun en deneyimli askerlerinin çoğu cezaevinde.. Son günlerde kısa aralıklarla tutuklu iki “tümamiral”den mektup aldım. Her ikisinde de ağır hapis cezalarına çarptırılmalarına neden olan “Balyoz davasına ait iddianamelerle (ve hatalarla) ilgili” önemli uyarı ve bilgiler var.. Şimdi de savaş ihtimali nedeniyle “cezaevlerindeki siyasi tutuklular” unutulacaktır ama aslına bakarsanız unutulmaması ve “tüm diğer vatandaşlar” açısından da irdelenmesi gereken bir konu bu.
BİRAZCIK HUKUK!
Ayrıca verilen çok ağır cezalardan sonra bile konuyu baştan dikkatle izlemediği halde “ne yapalım canım, herhalde yargı da emin olmadan karar vermez” diyerek olmayacak hukuki hataları görmeyenler açısından da önemli, bugün diğerlerine olan yarın kendilerinin başına da gelebilir. Hukuk herkese lazımdır, her vatandaşın güvencesidir. Ve ya “var”dır, veya “yok”tur, arası da yoktur, “birazcık hamile” denemeyeceği gibi “birazcık hukuk” da olamaz.
Tümamiral Soner Polat’ın “Bu davada yargılandım ve 18 yıl hüküm giydim. Vatan sağ olsun. Rütbemin ere düşürüleceğini gazeteler büyük bir keyifle yazıyorlar. Bu sonuçtan, yani ‘Mehmetçik’le aynı statüye gelmekten büyük bir onur duyarım. Bana göre Türk tarihindeki en yüksek rütbe Mehmetçik’tir” diyerek başladığı mektubu (sadece isimleri çıkararak) sizinle paylaşacağım. Boltlamalar ve ara başlıklar bana aittir..
BİR CD’YE BAKIYOR
“Halihazırda ülkemizdeki hiçbir vatandaşımız güvence altında değildir. Balyoz davası sonucunda, sahte dijital verilere dayanarak verilen ağır mahkumiyet kararları ile Türk yurttaşlarının hukuki güvenceleri fiilen ortadan kaldırılmıştır. Tehlikeyi şöyle bir örnekle açıklamaya çalışayım. Farazi olarak X adlı hayali bir şahıs, bilgisayarının başına geçerek canının istediği bazı kişiler için şöyle bir yazı yazmış olsun; ‘İstanbul’da 2003-2005 yılları arasında maddi çıkar karşılığında bir uyuşturucu çetesine kurye hizmeti verdiler.’ Bu bilgi bir CD’ye kaydedilsin ve bir yere saklansın. Daha sonra yurtsever! Bir yurttaşımız CD’nin yerini de bildirerek bunu polise ihbar etsin. İsmi geçenlerden herhangi biri hedefte ise yandı!
Savcı tutuklamak üzere nöbetçi mahkemeye sevk eder. O kişi “Olur mu hiç böyle saçma sapan şey, mahkeme beni salıverir” diye düşünür. Aman Allahım bir de ne görsün, tutuklanmıştır. Kendi kendine sorar; ‘Ben tutuklandım ama diğer üç kişinin de ismi geçiyordu, onlar hakkında neden bir işlem yapılmıyor?” O zaman da karşısına ‘İSE DE’ çıkar. Her ne kadar diğer üç kişinin isimleri de geçmekte İSE DE, onlar hakkında ‘maddi bir delil bulunamadığından..’ der. Tutuklanan haykırır: ‘Peki benim için maddi delil nedir? Haberim olmadan ismimi birisi yazmış, bunu destekleyecek ilave bir deliliniz de yok!’ Bu durumda da karşısına ‘İSE DE’ye ilave olarak ‘KÜL OLARAK DEĞERLENDİRİLDİĞİNDE’ çıkar.
SAKIN UMUTLANMA VE GÜVENME
Savcımız hukuki yetkinliğini zirveye taşır; ‘Sanık her ne kadar kendisinin haberi olmadığını beyan etmekte İSE DE, tüm olgular KÜL OLARAK DEĞERLENDİRİLDİĞİNDE, kurye görevini yaptığı tesbit edilmiştir.’
O hapiste yatarken, davaya bakacak mahkemenin -onu nöbetçi mahkeme tutuklamıştı- böyle temelsiz bir iddiayı ret edeceğini düşünerek umutlu bir bekleyiş içerisine girer. Yanıldı! İddianame jet hızıyla kabul edilir ve ilk duruşma için 4 ay sonraki bir tarih belirlenir. Konforlu hapishanelerimizde iyi istirahatlar!
Yine de şöyle düşünür tutuklanan: ‘Bir karışıklık oldu. Adalet sistemi bunu düzeltecektir. Bütün maddi ve manevi kayıplarıma rağmen, en azından mahkeme sonunda aklanacak ve sevdiklerime kavuşacağım’. Dava sürerken avukatı pasaport kayıtlarını ibraz ederek, onun 2003-2005 yılları arasında NewYork’ta görev yaptığını ve bu süre zarfında Türkiye’ye hiç gelmediğini ispat eder. Tutuklu rahat bir soluk alır, en azından tutukluluk halinin kaldırılacağını umar. Yine yanıldı! Ara karar: ‘Kaçma şüphesi vb gibi klişe nedenlerle tutukluğunun devamına...’
‘DAVA ÇÖKTÜ’
Tutuklandıktan 15 ay sonra yapılan duruşmaya avukatı müthiş bir belge ile gelir. Delil olarak sunulan dijital verinin son kaydedilme tarihi 2005 yılı içersindedir. Fakat yazı 2007 yılında piyasaya sürülen Windows 2007 iletişim programı ile hazırlanmıştır. Yani açık bir sahtekarlık söz konusudur. Mahkeme başkanı ‘peki’ der. Tutuklunun aklından şunlar geçer; ‘Dava çöktü. Mahkeme köşeye sıkıştı, taraflı bile olsa beraat ve tahliyeden başka bir karar veremez.’ Bir kez daha yanıldı! Ara karar: ‘Tutukluluğunun devamına...’
Yavaş yavaş adalet ve hukuk sistemine olan inancını kaybetmeye başlar ama yine de ‘Bu kadar olmaz, beni delil olmadan, hukuka, adalete, vicdana, insanlığa aykırı olarak mahkum edemezler’ diye düşünür. Sonuçta nihai karar verilir: En ağır ceza ile hüküm.
DEĞİŞTİRİLEN VERİLER
Sayın Mengi, bu yazdıklarımda birçok eksik vardır, ama hiçbir abartma yoktur. Bu varsayımsal durum Balyoz mağdurlarının ortak trajedisidir. Karar sonrasında beni ziyarete gelen yakınlarıma ve sevdiklerime şöyle seslendim; ‘Ben 1975 yılında Deniz Harp Okulu’nda etmiş olduğum askerlik yeminiyle kendimi ülkeme ve ulusuma vakfettim. Ne ülkeme ne de ulusuma kırgınım. Beni bırakın. Ancak her ulaşabildiğiniz yurttaşımıza, bizlerin mağduriyetini değil, dijital veriler esas alınarak verilen bu karardan sonra Türk vatandaşlarını nasıl bir tehlikenin beklediğini anlatın...’ Bizim davadaki dijital verilerin hem sahte hem de değiştirilebilir nitelikte olduğu bilimsel olarak ispatlanarak belgelenmiştir, ancak böyle olmasa da salt dijital verilere dayanan her karar, çok büyük bir tehlikedir . (...)
Bunun benimle ne ilgisi var, ben kendi hayatımı yaşıyorum diye sakın düşünmeyin. Diyelim ki bir iş adamı sınız, bir ihaleye girerek çıkar çevrelerinin tekerine çomak soktunuz. Bir de ne göresiniz, bir flash bellek bulunmuş, çocuk pornosu pazarlıyormuşsunuz.”
Benzer örneklerle mesela “bir öğretmen için buzdolabının altında bulunan CD ile fuhuş çetesinin üyesi olma iddiasının çıkabileceği” gibi devam ediyor.. Ve son paragraf şöyle;
“Bu fakir milletin dişinden tırnağından keserek ödediği vergilerle askeri okullarda okudum, yurt içi ve dışında iyi bir eğitim gördüm, kendime göre önemli bir tecrübe kazandım. Koşullar ne olursa olsun ölünceye dek vatanıma ve milletime borçluyum. Ülkemin güzel insanlarını bu konuda uyarmayı tarihi bir sorumluluk olarak alıyorum.”
BİLİRKİŞİ RAPORLARI YOK GİBİ..
Dehşet verici değil mi yaşadıkları? Yoksa artık ben mi bu ülkedeki her şeyi dehşet verici bulmaya başladım?
Bu mektupta anlatılanlar, CD’lerdeki yanlış tarihler, sokak isimlerinin o tarihte söylenen gibi olmaması, o isimlerin yıllar sonra verilmesi benzeri, bir başka ülkede, bir hukuk devletinde “gerçekten dava çökertecek” hatalar bilirkişi raporlarıyla daha önce medyada çok yer aldı. Ama mahkemeler tarafından “en saygın üniversite ve kuruluşlar”ın raporları bile hiç göz önüne alınmadan bu kararlar verildi.
Buradaki “tüm ispatlara rağmen tutukluluğun devamına” kararlarının aynını tutuklu gazetecilerin duruşmalarında (onlara yapılan haksızlıklar da dayanılır gibi değil artık) kendim de hayretle izlediğim için son derece doğru olduğunu, artık her vatandaş için de aynı tehlikenin mevcut olduğunu biliyorum. Bu kararları veren hakimler ve onaylayanlar çıksın ve söylesinler; hukuka da güvenemezseniz neye güvenebilirsiniz ki ? İnanılır gibi değil, insanlık suçudur bu olanlar!
Her Türk’ü bekleyen tehlike!
Haberin Devamı