Sanıyorum yalnızca Türkiye’de değil, Anayasa Mahkemesi gibi görevi “parlamentoyu, iktidar partilerini, çıkacak yasaları denetlemek, demokrasiden ve tabii onu sağlayacak laik rejimden sapılmasını önlemek” olan bir yüksek mahkemeye sahip hiçbir ülkede Haşim Kılıç benzeri konuşmalar yapan bir başkan görülmemiştir bugüne kadar.
Öncelikle her ne kadar “yarı başkanlık” olarak kullanmışsa da söz konusu olan ve tartışılan “başkanlık sistemi” olduğuna göre bundan söz ediyor ve “Anayasayı değiştiremiyor ve başkanlık sistemine geçilemiyorsa cumhurbaşkanı yetkilerini iyice azaltarak sembolik hale getirmektir” diyor. Daha ilk cümlede çelişki var çünkü başkanlık sistemi “cumhurbaşkanı yerine gelecek olan başkana ‘Türkiye’deki mevcut sisteme göre’ olmayacak kadar çok yetki verecek bir sistem”di..
Bağımsız kurum yok!
Türkiye’de başkanlık sistemini imkansız kılan ne; “artık hükümet icraatlarını denetleyecek ‘bağımsız bir yargı’nın (medyanın, hiçbir kurumun) kalmayışı, muhalefet partilerinin denetleme ve uyarma görevini yapamaz hale getirilmesi, milletvekillerini liderlerin seçmesi nedeniyle Meclis’in tek liderin sözüyle hareket eder durumda olması”.. Yani Haşim Kılıç’ın konuşmasının devamında söz ettiği “kuvvetler ayrılığının artık mevcut olmaması”..
Daha önce “cumhurbaşkanını halkın seçmesi” konusunda tepki vermeyen Kılıç şimdi “bunun yetki çatışması yaratacağını” söyleyerek cumhurbaşkanı yetkilerini sıfırlamayı öneriyor. Böylece, Seçim ve Partiler yasaları değişmediği sürece yine tüm yetki “tek kişide” olacak.
Seçim barajı..
Sonra “Hükümetin seçim barajı ile ilgili 3 alternatif sunduğunu ancak herkesin dut yemiş bülbül gibi sustuğunu” söylüyor. Hükümet istese başka konularda olduğu gibi seçim barajını rahatça “yüzde 5”e indirir ve kimse de engelleyemez (bakınız kendi sözleri.. Meclis istediği yasayı çıkarıyor, milletvekilleri lidere bağlı, TBMM çoğunluğu tek parti de..)
‘Üyeleri Meclis seçsin’
Hem “kuvvetler (yasama-yürütme-yargı) ayrılığı kalmadı, ‘yasama yürütme birleştiği için’ hükümet istediği yasayı çıkarıyor” diye sızlanıp hem de aynı konuşmada en yüksek yargıyı bile birleştirecek “Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğunu (en az 10’unu) Meclis yani iktidar partisi çoğunluğu seçsin” önerisi, daha doğrusu desteği nasıl bir çelişkidir bunu da kendisine bırakalım.
İnanç kışkırtması!
Ve gelelim AYM Başkanı’nın dinle ilgili konuşmasına.. Türkiye’de bugüne kadar sadece laiklik kapsamında “devlet daireleri ile üniversite ve okullarda dini kıyafet ve ibadet kısıtlaması” yapıldığı, bunun dışında vatandaşların dini, inancı, ibadeti tümüyle özgür olduğu, bu kısıtlama da sadece başörtüsü değil, tüm dini kıyafetler için olduğu halde “başörtüsü yasağı nedeniyle insan haysiyeti ve şerefiyle oynandı” diyor. Bir AYM Başkanı’nın bu konuyu çok daha hassas ifadelerle, toplumu kutuplaştıran siyasi söylemlere benzemeyen bir üslupla anlatması gerekir.
Ama arkadan gelen cümleye bakınca artık yukarıdaki sözü eleştirmek de anlamsız kalıyor. “Allah’ı Türkiye’nin dışında bir yerde konumlandırdık. Aman sakın içeri girme, şöyle olur, böyle olur. Hayatın içine sokmayın dedik” .. Bunlar, “çoğunluğu Müslüman veya Allah’a inanan”, gün boyunca dilinden onun adını düşürmeyen vatandaşlardan oluşmuş, Ramazan ayında iftar saatleri sokakların bomboş olduğu, insanların birkaç kez Hac ve Umre yaptığı, 83 bin camiden günde 5 kez “Allah büyüktür” diye ezan okunan Türkiye için sadece Haşim Kılıç’ın değil hiç kimsenin söyleyemeyeceği şeylerdir ve sözlerini açıklaması gerekir. Ne zaman ve hangi örnekle “Allah Türkiye dışında konumlandırılmış” ? Sadece “dini kıyafetlerin devlet alanlarında olmaması ve din ile devlet işlerinin ayrı tutulması” bunu mu anlatmış kendisine?
Konuşmalarını incelesin
O zaman “yalnızca kendi adınıza konuşun, siz böyle yaptıysanız bunu ülkeye mal etmeye hakkınız yok” denir. Öylece söyleyip geçiyorlar, insanların beyninde yalan yanlış algılar yaratarak.. Tekrarlarsan inandırırsın yöntemidir bu ama AYM Başkanı yapınca ayıp oluyor! Yaptığı tüm konuşmaları alt alta koyup bir baksın bence, “kuvvetler ayrılığının kalmadığına” üzülme hakkı var mı, yok mu?
Yaranma yarışı!
Dizilere benzedi, bitmek kapanmak bilmiyor Ahmet Kaya tartışması.. O gece toplantıda olan, olmayan, sadece finale katılan, katılmayan sanatçılar kendini anlatma veya özür yarışına girdiler; “oradaydım, orada değildim, ben sonradan geldim, dışarı çıkmıştım vs vs”, liderler ise Ahmet Kaya ’yla özdeşleşme, onu kapma yarışına.. Reha Muhtar çocuklarının üstüne yemin bile etmek zorunda kaldı ki kıyamet kopsa bunu yapmamak gerektiğine inanırım..
Ahmet Kaya’nın sanatçılığı ayrı konu.. Masasına çatal bıçak atılması da elbette çok yanlış ama bir Kürtçe şarkının arkasından 10’uncu Yıl Marşı’nın söylenmesi veya ‘Memleketim’ şarkısını topluca söylemek neden suç gibi yansıtılıyor ve sanatçılara bu sebeple baskı yapılıyor? Neden bu tepki olayı bir linçmiş havası yaratılıyor? Ve hele de çatal-bıçak meselesi “Gezi’de olanlar” la birleştiriliyor? Ne alakası var?
Türkiye’de rekabet ve oy uğruna “geçmişin olaylarını alıp bugün olmuş gibi yapıştırma” modası çıktı ya, bütün mesele bu aslında.. Olayları “o günün şartlarına göre” değerlendirebilirsiniz, bugüne göre değil. Örneğin; her gün yüzlerce şehit haberi gelirken ve “o şehitlerin sebebi olan terör örgütü sanki tüm Kürtleri temsil ediyor gibi gösterilirken” Kürtçe şarkı söylemekte ısrar eden bir sanatçıya karşı oluşan tepkileri “bugünün olayı gibi” alamazsınız. Kaldı ki Ahmet Kaya’nın “PKK bayrağı altında şarkı söylemiş” olması, “Arabamı o şerefsizlerin memleketinde bıraktım” dediği iddiası bugün bile hatırlanıyor..
Seçimler yaklaşıyor diye etnik kökenler ve her konuda kutuplaştırma, düşmanlık yaratma, yaranma hevesinden vazgeçmeli siyasetçiler ve medya!
Haşim Kılıç parti sözcüsü gibi!
Haberin Devamı