Ortadoğu ülkeleri kaynar ve son olarak Lübnan da “büyük kitlelerin katledildiği” bir cehenneme dönüşürken bu ülkelerin masum ve bu güç savaşlarıyla ilgisi olmayan vatandaşları “geleceksizlik” paniği içinde, 24 saat aralıksız silah-bomba sesleri altında ölümden beter yaşamlara mahkum ediliyorlar.
Mısır ve Suriye’de izlediğimiz olayların çoğu “göründüğü ve bize empoze edildiği” gibi de değil. Mısır’da rejim karşıtları Tahrir’de, yanlıları Adeviyye’de toplandıkları günlerde Mısır’a giden Ruşen Çakır “Burada yaşananlar ‘islamcılık öldü’ tezinin tekzibi gibi.. Adeviyye’de Mursi yanlıları ve Müslüman Kardeşler birlikte” dedikten sonra Müslüman Kardeşler’in “dünyanın en güçlü ‘İslamcı’ örgütü olduğunu” eklemişti.. Dikkat, “İslam örgütü” değil, toplumları Afganistan benzeri en katı kurallarla yönetme amaçlı, örneğin kadınlar için yalnızca “göz dışında tüm vücudu örten burka”yı uygun sayan ve din devleti yönetimini dayatan “İslamcı-köktendinci” örgüt bu.. Suriye’de de aynı şeyi yapıyor..
Dinin siyasete karışmasıyla..
Ve bugün Mısır’ın aydınları, bilim adamları Türkiye’deki meslektaşlarına “diğer ülkelerde haberlerin yanlış verildiğini, Mısır’da bu olayların başlamasına Mursi ile Müslüman Kardeşler’in hangi eylemlerinin neden olduğunu” anlatan açıklamalar gönderiyorlar. Müslüman Kardeşler’in “dini kullanarak” ve köylerde-yoksul çoğunluğun olduğu bölgelerde yaşayan eğitimsiz kitleleri inandırarak seçimleri kazandığını, suçluları cezaevlerinden bırakarak terörist eylemler yaptırdıklarını, kararlarını “yargının bile durduramayacağı” yasalar çıkardıklarını, hakim ve savcıları ağır tehditler altında tuttuklarını, Mısır’ı “Pakistan-Afganistan gibi din terörüyle yönetilen bir ülkeye” dönüştürmeye çalıştıklarını, Müslüman Kardeşler’in “bütün İslami terör örgütleriyle ortak çalıştığını” anlatan açıklamalar.. Bu gösteriyor ki önce “yönetimlerin demokrasiden sapması” sorunuyla başlıyor olaylar..
Meydanlarımız ‘Rabia’ olmasın!
Başbakan Erdoğan’ın “Bizim ülkemizin meydanları ‘ikinci Tahrir’ olmayacak. Adeviyye olacak, Rabia olacak. Demokrasinin egemen olduğu meydanlar olacak” sözü bu nedenle de hatalı görünüyor.
Türkiye elbette önce “KENDİ İÇİNDE”, sonra diğer ülkelerde “demokrasi”den yana tavır alacaktır, doğrusu budur ve yine elbette Mısır’da ordunun, Suriye’de Esad’ın yaptığı katliamlar dehşet vericidir, durdurmak için dünya ülkelerinin bir imkanı varsa bu kullanılmalıdır. Ama acaba bizim ülkemizde de meydanların “rejim yanlılarının toplandığı ve daha sonra ordu katliamının yapıldığı Rabia’tul Adeviyye olacağını” söylemek büyük bir yanlış değil mi?
Eğer mevcut yönetim “demokrasiden sapmaz, bugüne kadar tepki yaratan hataları düzeltir, haksızlık-hukuksuzluk ve baskılar ortadan kalkar, insanların özel yaşam ve hatta inanç-ibadet alanlarına müdahale yerine, başkalarının ‘mezhebini’ bile dile dolamak yerine adil ve demokratik olmaya dikkat edilirse” neden Türkiye meydanları Rabiatul Aleviyye olsun, Allah korusun da hiçbiri olmasın. Gezi gösterileri sırasında polis kontrol edilseydi, o güne kadar yapılan tüm haksızlıklar o şiddet nedeniyle yüzeye çıkmayacak, gençleri göz göre göre silahla, sopalarla öldürmeye varan o olaylar da olmayacaktı, bu akıldan hiç çıkarılmamalı. Özeleştiri yapmak çoğu kez en keskin çözümdür.
Demokratik yönetim sorusu..
Suriye’ye dönersek, ABD müdahale ederse ve Esad giderse katliamlar duracak ve bu en önemlisi, peki sonra yerine nasıl bir yönetim gelecek, bu da 2’nci derecede önemli. Mısır’da Mübarek gidiyor, Mursi geliyor, durum değişmediği için kitleler yine “Arap Baharı” gibi ayaklanıyor. O gidiyor, ordu geliyor, onlar da katliam yapıyor. Suriye’de Esad katliam yapıyor, halk ona karşı ama “muhalifler” denilen ÖSO ile ortak çalışan El Kaide, El Nusra ve Müslüman Kardeşler’in yaptıkları da çok farklı değil.. Demokratik yönetim nasıl bulunacak? Cevabı yok.
Bu feci tablolara bakarak kendi ülkemizde “baskıyla-korku yaratarak çözüm arama” yoluna asla girmemeli, adaleti mutlaka sağlamalı, yargı-medya gibi demokrasinin can damarı kurumları rahat bırakmalıyız. Olaylar başlayınca bitmiyor ve “dış güçler”i suçlamak da hiçbir şeyi çözmüyor. Akıllı olan toplumlar ve yönetimler “dış güçlere fırsat verecek” ortamları yaratmaz!
En gelişmiş dini bozanlar..
Müslümanlık “en son” din olduğu için “en gelişmiş” olanın da o olduğuna inanıyoruz değil mi? Medeniyete götüren, insan haklarına, Allah’ın yarattığı “can”a saygıya ve “birlik-beraberliğe” inanan din.. Ve bu dini tebliğ eden Peygamberi Hz. Muhammed’in hayatta olduğu süre içinde (aynen hadislere izin vermediği halde on binlercesinin yazılması gibi) mezhepler yok.. Onun ölümünden yüz-yüz elli yıl sonra “dini farklı yorumlayan gruplar” tarafından başlatılmış mezhep ayırımları..
Yani Kur’an’da yok, Peygamber’le ilgisi yok ama “birlik” dinine mensup insanlar “mezhep, mezhep” diye yüzbinlerce, milyonlarca canı acımasızca yok ediyorlar. Kadınlar “kendi getirdikleri kurallara” uymazsa onları yok ediyorlar, “en gelişmiş” dini insanlara “bir korku ve baskı kaynağı” haline getiriyorlar.. Ve hepsi de bu cinayetleri “Allah yolunda” işlediğine inanıyor. Sadece o insanlara değil, Müslümanlığın kendisine zarar verdiklerini görmeleri için daha kaç can gidecek acaba, ne üzücü ve çaresiz bir durum!