Bu Balyoz davasındaki en önemli kilit nokta “dönemin sorumlu komutanlarının mahkemede tanıklık etmek üzere davet edilmemesi”-dir ve bu eksik giderek daha çok dikkati çekiyor. Sonuçta eğer bu ülke yargısı “katillere, çocuk tecavüzcülerine” bile vermezken, tam aksine bu ağır suçlara “iyi hal indirimi” bile yapar ve çoğunu ilk anda salıverirken, bir seminerde söylenenlerle 15-20 yıl gibi neredeyse ömürlük hapis cezaları veriliyor ve gerekçe olarak “darbeye eksik teşebbüs” gibi anlamsız bir neden gösteriliyorsa bu da tam anlamıyla “eksik yargılama” hatta “yok yargılama” değil midir?
ÇAĞIRSALAR GİDERLERMİŞ!
Söz konusu dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök konuşmuş ve “Cezalardan dolayı üzüntü içinde olduğunu ama yargı kararlarını yargılayamayacağını” söylemiş. Kendisine sanıklar tarafından “tanıklık etmemeleri” konusunda gelen tepkiler hatırladığında ise; “Sitem etmelerini anlıyorum. Beni çağırsalar yine giderdim. Sitem etmelerini anlıyorum.. Ben o dönemde 2. üst komutandım. 1. Derecede komutan ‘semineri yapan’ Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’dı” demiş.
Şimdi öncelikle semineri K.K.Komutanı yapsa bile dönemin Genelkurmay Başkanı “emrindeki ordu”nun attığı her adımdan sorumludur. Hatta bağlı olduğu ve “orduya emirleri biz veririz, bizim kontolümüzdeler” diyen Başbakanlık ve Milli Savunma Bakanlığı’nın da sorumluluğu vardır. Yani yüzlerce subayın, generalin katıldığı bir darbe provası yapılacak, oradan buradan yüzlerce belge çıkacak ve böyle bir hazırlıktan “ordunun başı” hiç habersiz olacak. “Ne naif başkanmış bu, neyle meşgulmüş” denmez mi?
BU DA ‘EKSİK’ GÖREV..
İkincisi; Hilmi Özkök’e savcı tarafından “Bu iddialar ilk duyulduğu ve medyada bile yer aldığı zaman neden araştırma yapmadığı” sorulduğunda “gerek görmediği, dikkate değer bir sorun fark etmediği” gibi cevaplar vermişti. Hatta MİT raporunu bile önemsememiş, dikkate değer bulmamış.
Oysa eğer görevini tam yapsaydı belki de o dönemde gerçeği daha kolay bulacak ve bugün yüzlerce kişinin aileleriyle birlikte mağdur olmasını engelleyebilecekti. Savcının o sorgudaki cümleleri bu ihmali açıkça göstermekteyken neden bu konudaki sorumluluğu üzerinde hiç durulmadı, bu da bir soru işaretidir.
YALMAN VE BÜYÜKANIT
Hilmi Özkök’ün bu konudan sanki kendisi o dönemde TSK’yla ilgisizmiş gibi sıyrılması aynen Yaşar Büyükanıt’ın bugün hala her fırsatta “27 Nisan muhtırası verildiğinde medya ne yaptı” gibi sorularla “muhtıra” olduğu ortaya konan girişiminden zeytinyağından kıl çeker gibi çekilmesine benziyor.
Ve tabii ülkeye (27 Mayıs’tan sonra) en çok mağduriyeti yaşatan 12 Eylül darbesiyle bu “eksik teşebbüs” kadar ilgilenilmemesine..
Hilmi Özkök’ün “1. Derecede sorumlu odur” dediği Aytaç Yalman da konuşmuş ve tesadüfe bakın ki o da “Mahkeme beni çağırsaydı giderdim, ben tanıklık yapmak istedim ama mahkemeden davet almadım” demiş. Bir kez daha hatırlatma gereği duyuyorum ki tutuklamalar başladıktan ve bir günde onlarca askerin (seminer sırasında yurt dışında görevde olanlar veya askeri okul öğrencisi olanlar bile) tutuklanırken Aytaç Yalman’ı TV programına davet etmek üzere aramıştık.
Ona “bu kadar askerleri tutuklanırken kendilerinin de bir açıklama yapmalarının beklendiğini” söylediğimde “yapmalıyım çünkü böyle bir iddia varsa bunu en iyi ben, Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ biliriz. Biri konuşacaksa bu ancak biz dördümüz olabiliriz” demişti. Bu sözünü yıllar içinde defalarca TV’de tekrarladım, köşemde yazdım ama bir itirazı olmadı.
Peki Yalman’ın adını verdiği Yaşar Büyükanıt ne biliyor ve ona neden sorulmuyor? Özkök ve Yalman hala “mahkeme istese biz tanıklık yapardık” demelerine ve dönemin sorumluları olmalarına rağmen mahkeme neden israrla buna gerek duymuyor?
HAYATLAR SÖZ KONUSU!
İnsanların bir ömür verdiği mesleklerinin ellerinden alındığı, bir de “rütbelerinin alınması” gibi hapisten beter hakarete uğradıkları, 15-20 yıl özgürlüklerini de kaybettikleri bir davada “eksik yargılama” olabilir mi, bunu hukukçular ve o mahkeme hakimleri cevaplamalıdır. Ve tabii Yargıtay da bu noktaların üzerinde durmalıdır.
Sorumlu isimler bir kenarda durur izlerken diğerlerine reva görülenler inanılır gibi değil çünkü!
Mültecilere iş de bulalım tamam olsun!
Üniversiteler müsait olsa sınava giren tüm Türk gençleri bir üniversiteye kaydolabilirdi ama olamıyor. Yeterli puanı alamamışsa onların bir yılı rahatça yakılıyor. Oysa Milliyet’in dün verdiği habere göre YÖK birçok üniversiteye genelge göndererek Suriyeli mültecilere “özel öğrenci” statüsünde yer açmalarını istemiş.
Kayıt için belge bile gerekmiyormuş, istemeleri yeterli.. Valla iyi iş diye düşünüyor insan, bizim çocuklar yıl boyu dershanelerde dirsek çürütüp, paralar yatırıp sıkıntı çekmelerine rağmen dışarıda, mülteciler rahatça içerde.. Yurtlarda da onlara öncelik verilir, sorun tamam..
Bir de “mezun olanlara iş” teklif etsinler bari.. Nasılsa bu kadar rahat şartları bulanlar geri dönmek de istemeyeceklerdir, Türk gençleri önemli değil, onların işleri eksik kalmasın.. Milletin vergileriyle sayısı yüz binleri bulan mültecilerin her türlü rahatları sağlansın.. Tamam tehlikeden kaçanlara el uzatalım da, hiçbir şeyi tadında bırakamaz mıyız biz?
TUVALET İZNİ VERİLMEYİNCE
Bir de “bizden” örnek verelim, dün haberdi. KPSS (Kamu Personel Seçme) sınavına giren 36 yaşında bir kadına “tuvalet izni” verilmeyince altına kaçırmış. Herkes kaçırabilir, eğer hayatınızı kazanacağınız sınavda “yanınıza bir görevli vererek” bile tuvalete göndermezlerse, aylar boyu göz nuru ile hazırlandığınız, stresini yaşadığınız sınavı kaybedeceğinize altınıza kaçırmayı tercih edebilirsiniz.
Kendi insanımıza gelince kurallar bu kadar katı.. Ama mültecilere can feda, sınavsız, belgesiz, tuvaletsiz istedikleri yere girsinler. Ne ala değil mi?
Profesör hapiste, diğeri neden dışarıda?
Dün “Engin Alan ve Mustafa Balbay Meclis’te olmalı” başlıklı yazımda CHP Milletvekili Prof Dr. Mehmet Haberal’ın adını unutmuşum, yazımı okurken fark ettim. Dünyanın en ünlü cerrahları arasında olan, ülke adına çok büyük başarılara imza atan ve bugün yapılan “organ nakli” ameliyatlarının alt yapısını Türkiye’de ilk hazırlayan kişi olan Prof Mehmet Haberal’a toplumca minnet borçlu olduğumuz halde yıllardır mahkumiyet gibi tutukluluk yaşatılıyor.
PKK’ya yardım ve yataklık yapma suçuyla cezaevinde olanların “milletvekili seçilir seçilmez” bir günde tahliye edildiği ülkede o ve diğerleri nedense edilmiyor.. Dün bir okurumuz yorumunda; “Sabahat Tuncel şimdi aynı suçtan 8 yıl 9 ay hapse mahkum edildi ama serbest dolaşıyor. Diğer milletvekilleri neden hapiste tutuluyor” diye sormuştu. “Kanun karşısında her vatandaş eşit haklara sahiptir” deniyor ama acaba bazıları neden “daha eşit” haklara sahip anlayan var mı?