Bir meslektaşımız Meclis’te başörtüsü konusunda “Başörtülü bir insana devlet zoruyla başını açtırmak o insanın kendini değersiz, kendine saygısını yitirmiş ve hatta kirlenmiş hissetmesine yol açar. Tıpkı... Başı açık bir insana devlet zoru ve baskısıyla baş örttürmenin, o insanın kendini değersiz ve kirlenmiş hissedeceği gibi...” diye yazdı.
Her ne kadar Meclis’te başörtüsü takan kadın milletvekilleri daha önce takmayan , Hac’ca gittikten sonra takmaya karar veren kişiler ise de, daha önce takıyor olsalardı bile aslında; eğer girdikleri devlet kurumunda ve özellikle Meclis’te böyle bir kural olduğunu bilerek, kabul ederek girmişlerse “kendilerini kirlenmiş, değersiz hissetmemeleri” gerekirdi. Başörtüsüyle geldikleri güne kadar da böyle bir şikayet hiç duyulmamıştı.
Sanki düşman gibi..
Tıpkı.. Başörtüsü takmayan kadınların devlet zoruyla takmaya mecbur edilmeleri halinde kendilerini “değersiz ve kirlenmiş” hissetmeyecekleri” gibi.. Başörtüsü takmayan kadınlar “başörtüsüne düşman” filan değiller, aksine namaz kılarken (Allah’ın huzurunda hissederek), bir mevlitte veya camide onların da çoğu başörtüsü takıyor. Ama eğer İslam rejimlerindeki gibi baskıyla “yaşamın her anında tesettür”e zorlanırlarsa zaten artık o ana gelene kadar “kadının toplumdaki rolü ve yaşam sınırlamaları” tümüyle değiştirilmiş olacağından olsa olsa “demokrasi” adına, “kadın ve insan hakları” adına, sonuçta “ülkeleri” adına derin bir üzüntü ve “haksızlığa uğramışlık duygusu” hissedeceklerdir.
Bu nedenle “başörtüsü” nü kendini değersiz ve kirlenmiş hissedecek kadar hayati bir mesele haline getirmek yanlıştır. Hiç başörtüsü takmayan erkeklerin bu şekilde ahkam kesmeleri de ayrı bir gariplik bence.. Bu mesele “azınlık değiliz diye azınlık haklarında konuşmayalım mı” sorusuyla da benzemez.. Yazan arkadaşlar hala cevap istiyorlarsa İran’da reformcu yeni yönetim sayesinde biraz rahatlayarak “hiç değilse araba kullanırken başımızı açalım” diyen kadınlara sorup alsınlar cevabı.
Mesele rejim kuralları
Aynı şekilde Meclis’te başörtüsü konusunda tartışma yaratmayan Ana Muhalefet Partisi için söylenen “Başörtüsü düşmanlığı mı yapsaydı, başörtüsü özgürlüğünü savundu” benzeri sözler için geçerli. Burada da konu “düşmanlık ve özgürlük” karşılaştırması değil. Ki bu aynen “dindarlar-laikler” , “Müslümanlar-laikler” benzeri son derece yanlış tanımlara benziyor.
Bu ülkede günlük yaşamında, sadece “Meclis, devlet alanları, devlet okulları, iş yerleri” dışında isteyen kadın her zaman istediği gibi giyinmiş ve hiçbir baskıyla karşılaşmamıştır. Meclis’te veya diğer devlet alanlarında laik rejimin gereği olan “devletin her dine-inanca eşit durması” şartı nedeniyle “dini kıyafetlerin tümü”ne kısıtlama getirilmiş olması ve bu kuralın kalmasının istenmesi hiçbir zaman “başörtüsü düşmanlığı” tanımı altına alınamaz. Tabii eğer siyasi nedenlerle “anti propaganda” malzemesi yapılmıyorsa..
Örneğin; daha önce de sorduğum gibi “inancı gereği çarşafla veya sarıkla Meclis’e girmek isteyen milletvekili” ne de bu durumda kısıtlama yapılamaz. Onların da özgürlük hakkı olacaktır değil mi? Ben de buna cevap bekliyorum.
Aytunç Altındal Türkiye’de!
Ağır bir hastalığa yakalanan ve uzunca bir süredir Paris ve İsviçre’de tedavi görmekte olan ünlü araştırmacı yazar ve tarih uzmanı Aytunç Altındal dün Sağlık Bakanlığı’nın sağladığı özel bir uçakla Türkiye’ye döndü. Biz de bir grup arkadaşı olarak onu hastanede ziyarete gittik.. Hayatı boyunca yazdığı kitaplarla Avrupa ve ABD’de liste başı olan ve Türkiye’nin adını duyuran, ayaklı bir ansiklopedi denecek kadar birikimli bu ünlü yazarı ve dostu yatakta hasta görmek gerçekten çok üzücüydü.
Aytunç Altındal’a bir kez daha acil şifalar diliyorum, sevenlerine de duyurayım dedim, dualarınıza ihtiyacı var.
Düşmanlık ve özgürlük!
Haberin Devamı