‘Duyunca inanamayacağımız bir şey kaldı mı’ diye sormak mümkün ama varmış meğer.. “Demokrat ve üstelik liberal” olmanın da anlamı değişmiş.. Bugünlerde o kavram da “gazete patronlarından ‘yazarlarına baskı uygulamasını’ istemek” anlamına gelir olmuş. Demokrasi artık böyle tanımlanıyor demek ki; “gösteriler hakkında yazacaksan uyarılacaksın”..
‘Üstelik liberal’ bir gazeteci meslektaşlarına “çekidüzen verilmesini, özgürlüklerinin kısıtlanmasını” talep ediyor. Neydi bu liberalizm önce onu açıklasalar bari.. Kendileri kadar bilemez başkaları ama “özgürlük” değil miydi temeli, “özgür birey, serbest-özgürlükçü düzen” filan anlamına gelmiyor muydu? Bireysel özgürlüklerin dış müdahalelerden arındırılmasını, özellikle “devletin bireylerin haklarına, hürriyetine yönelik kısıtlamaları olmamasını” gerektirmiyor muydu?
Onuru yok etmek..
Bu ülke vatandaşının gözleri neler görecekmiş meğer.. Kendilerinin kulluk ettikleri yetmiyormuş gibi yanlarına başka “kullar” da istiyorlar. Bunun nedeni “meslek onurunu ve ona bağlı olarak kişisel onurunu ‘güce taparak yok etme’nin dayanılmaz ağırlığı” olabilir mi dersiniz?
Ortada mesleki onurunu koruyan, görevini “en zor şartlar altında bile, büyük sıkıntılar pahasına bile” doğru yapan, halkın gerçekleri duyma hakkını korumaya çalışan gazeteciler olunca, karşılaştırma imkanı “onuru hiçe sayanların” durumunu kötüleştiriyor. Onların susturulması daha da fazla rahatlık sağlayacak.. ‘Daha da fazla’ dememin sebebi bu arkadaşların zaten bir eli yağda, bir eli balda olmaları, maşallah tüm imkanlar seferber ediliyor ve hatta gereken yetenek, zeka, iyi konuşma özelliği vs. olmayanlara bile ekranlar sunuluyor..
Ve istikrara (!) bakın ki aynı arkadaşlar birçok iktidar döneminde “başbakanların, cumhurbaşkanlarının en yakını” pozunda olmuşlardır. Özal’dan Çiller’e, darbe Paşası’ndan şu andaki hükümete kadar hep dizlerin en dibinde, “okşayan” durumunda.. İşlerini yürütmek için mesleklerini tepeleyip geçerken, zaten baskı altındaki medyaya “daha da çok baskı” yapılmasını isterken, haksız yere işini kaybeden veya cezaevinde yılları çalınanlara dahi insaf etmezken “ömür boyu yapışıp kalacak böyle bir ayıpla” aynaya nasıl bakıyor, nasıl uyuyorlar, soru budur.
Aslına bakarsanız ben iktidarların yerinde olsam “herkese yakın” olanlara “herkesten uzak” dururdum.. “Dost acı söyler” demiş atalarımız, diğer atasözlerindeki ince anlamlara bakacak olursak bu işi iyi biliyorlarmış doğrusu!
Defteri, kalemi olmayan öğrenci!
Akmerkez’de bir mağazada alışveriş yaparken kulak misafiri oldum.. 12-13 yaşlarında bir erkek çocuğu tezgahtara “kullanmadığınız defteriniz, kaleminiz var mı” diye soruyordu. Yanına giderek ben de ona “okul için mi istiyorsun” dedim. Mahcup şekilde “evet” cevabını verdi.
‘Gel’ dedim, ‘gidip sana kalem defter alalım’ .. Birlikte kitapçıya yürüdük, yolda annesiyle, babasının ne iş yaptığını sordum. Babasının hasta olduğunu, annesinin “bulaşıkçılık yaparak” kendilerini geçindirdiğini anlattı.. Kitapçıda ‘haydi istediğin bütün defter ve kalemleri alabilirsin’ dedim. Belli etmemeye çalıştığı (benim de gözlerimi yaşartan) bir mutlulukla defterler arasında uzun uzun dolaştı ve seçti. Sonra 7-8 tane kalem aldı..
Önce kendi çocuklarımız!
Ona 2 defter de ben seçtim, birinin üzerinde hoşlanacağını düşündüğüm araba resimleri, diğerinde “Atatürk” vardı. Verirken ‘Hepimizin hayatında sıkıntılar, zorluklar var, hiçbir zorluk seni yıldırmasın, çok çalış ve onları yen.. Atatürk’ü de hep sev, o bizi kurtaran önderimiz’ dedim. Yine mahcup bir şekilde gülümseyerek “seviyorum zaten” cevabını verdi.
Elindeki ağır torbayla uzaklaşırken arkasından baktım, aklıma Kayseri’de “çocuğunu okutacak parası olmadığı için onu Bakan’a getirip ‘siz okutun’ diyen yoksul baba ve küçük kızı”nın fotoğrafı geldi.. Sonra “tek ayakkabılarını veya tişörtlerini sırayla giyerek okula giden kardeşler” ve “Pazar yerlerinde kalmış yiyecekleri toplayıp çocuklarına götüren ya da çöplerden eşya toplayıp satarak ev geçindiren analar” ve “tek göz odada yaşayan şehit aileleri” ve “gözlerini-bacaklarını terörle mücadelede kaybetmiş gazilerimiz”den esirgenen takma göz-bacak paraları.. Ve daha çok şey.
Suriyeli göçmenlere “kendi insanımızda olmayan ve gazilerden-şehit ailelerinden bile esirgenen paraları”, yine kendi insanımızın kesesinden milyar milyar vermek kimin hakkı olabilir? “Kul hakkı” değilse nedir bu?