Bildiğiniz gibi Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu terörün bitmesi umuduyla başlatılan girişimler konusunda “Süreci AKP ile BDP ortak götürüyor. Halkın yüzde 50’si dışlanmış durumda. Bu sürecin sonu bugünkünden kötü olabilir” diyerek Cumhurbaşkanı Gül’ den “sürece müdahale etmesini” istedi. Ve süreci MİT’in değil, Meclis’in görevlendireceği bir komisyonun yürütmesini istedi. Haksız mı? Hayır.. Yanlış mı yapıyor? Hayır..
Ortada Meclis varken
Böylesine önemli ve sonunda hala büyük tehlike olan bir süreci Meclis’i dışlayarak “Hükümet ile Öcalan’ın ve BDP’nin” götürmesi her şeyden önce demokrasiye ve milli iradeye (milletin seçerek TBMM’ye gönderdiği partilere) karşı bir durumdur.
Öcalan’ın kendisi de, Kandil’deki PKK yöneticileri de defalarca “talepleri istedikleri gibi karşılanmadığı takdirde” savaş çıkacağını, hatta kıyamet kopacağını söylediler. Bugüne kadar devlete ne tehditler yapıldı, Hükümet’e “PKK güçlenince aciz, çaresiz kaldılar” benzeri sözler sarfedildi.. Bunlar bilinirken Kılıçdaroğlu’nun “sürecin sonu bugünkünden kötü olabilir” endişesi de haksız bir endişe değildir.
Öcalan Anayasa yazarken
Meclis’in 2’nci büyük partisi olan CHP birçok kez “İmralı’da Öcalan’la yapılan görüşmelerin tutanaklarının kendilerinden saklandığını, hiçbir konuda bilgilendirilmediklerini” dile getirdi. Aynı şekilde MHP de bu sürecin dışında tutuluyor. Peki “Öcalan’ın neredeyse cezaevinden anayasa yazdığı, başkanlık sistemi hakkında bile ‘şöyle olursa destekleriz’ diye pazarlık ettiği” konularda ülkenin iki büyük partisinin hiç bilgilendirilmemesi kabul edilir bir durum mudur?
Habur meselesi
Şimdi Başbakan Erdoğan “İkinci bir Habur yaşamak istemiyoruz” diyor.. Yani o günlerde çok mutlu oldukları ve “PKK’lıların Habur’dan gelmesinin çözüm olacağına inandıkları” girişim başarılı olmamış, bir sonuç vermemiş, tam aksine “PKK’nın bir şovu, bir güç gösterisi” olarak kalmıştır.
Aynı durumun bu “süreç” için olmayacağı yüzde yüz kesindir diyebilirler mi? Deseler bile muhatapları aksini söylerken ne kadar geçerlidir? Elbette sağduyusu olan herkes terörün bitmesi için bu adımların yeterli olmasını umuyor ama ortada kesin hiçbir şey olmadığı gibi “en ufak bir hataya” da yer yok.
Ve ayrıca, Başbakan referandum ve seçim öncesinde (durum tam aksine olmasına rağmen) hep “muhalefet partileri ile BDP ve PKK’nın aynı çizgide olduğunu” tekrarlamıştı.. Sürece onları dahil etmediği takdirde ya kendi partisi için açıkça bu iddiadan söz edilir, “AKP-PKK ekseni oluşturdular” denirse?
Suriye sınırı örgütlere teslim!
Suriye Devlet Başkanı Esad “Türkiye ile sınırın yüzde 25’ini PKK, yüzde 75’ini El Kaide kontrol ediyor. Bölgede Kürt devleti kurulma şansı artmış durumda” dedi. Bölgede “Irak, Suriye, İran ve Türkiye’de Kürt devleti, Büyük Kürdistan kurma projesi” daha önce açıkça dillendirilmişti. Süreçten söz ederken bu sürecin her yönüyle masaya yatırılması ve örneğin “özerklik” gibi konularda sorumluluğun TBMM ile paylaşılması gerekir.
Kısacası “geldiği noktada” sonu eskisinden de büyük risk taşıyan bu konunun “seçim düşünülerek” yürütülmesi çok yanlıştır. Cumhurbaşkanı Gül’ün bu uyarıyı yapma zamanıdır, geç bile kaldı!
Kutlamaya hakkımız var mı?
“8 Mart Dünya Kadınlar Günü” için aylar öncesinden başladı panel, toplantı, konferans davetleri.. Eğer kanatlarım olsa ülkenin bir ucundan öbürüne, sivil toplum kuruluşlarının davetlerinden belediye veya siyasi parti davetlerine uçmam gerekirdi. Ama maalesef kanatlarım olmadığı gibi kadına karşı erkek şiddetinin-vahşetinin önlenemediği ülkemde ben yıllardır Kadınlar Günü’nü kutlamıyorum, bunu da her yıl yazıyorum.
Bu yıl başta “Mor Çatı ve 50’ye yakın kadın örgütü” olmak üzere oldukça büyük kitleler “Türkiye’de 8 Mart’ın kutlanmasındaki büyük çelişki”yi vurguladılar. LDP Genel Başkanı Cem Toker “çocuk gelinler”e dikkat çekerek “8 Mart kutlanacak gün değildir. Yas tutulmalıdır, ağıt yakılmalıdır” demiş.. Dikkatimi çekti Tarkan da “8 Mart Dünya Kadınlar Günü aslında takvimimizin çok derin acılarla yüklü bir günüdür ve kutlanacak bir gün de değildir bence” diye başlayan güzel bir basın bülteni yayınlamış. Bu gidişle zor görünüyor ama umarım bu özel günü kutlamaya hakkımız olan günlere kavuşuruz. Beni konuşma yapmak üzere davet eden herkese (bazılarını cevaplayacak zaman bulamadım özür diliyorum) sonsuz teşekkürler.
Özür!
Sevgili okurlarım, içime dert oldu düzeltmeden unutamayacağım; Perşembe günü “Atatürk için ağlayan Kral” başlıklı yazımın ikinci paragrafının ilk cümlesinde hata olmuş.. “Anıtkabir’i ziyaretlerine ise Kral Abdullah’ın yanaklarından süzülen gözyaşları damga vurmuş” olması gerekirken cümle hatalı bitmiş. Yazılarımın özelliği “sizinle konuşur gibi içimden geçenleri en doğal haliyle aktarmam” olduğu için hızla yazıyor ve çoğu kez “cümleleri değiştiririm” korkusuyla tekrar okumaktan kaçınıyorum. Ama o zaman da bu risk doğuyor.. Nadiren bu tür hata görürseniz bağışlayın lütfen!