Keşke, keşke “bazı konuşmalar” sırasında ağızlardan akan ballar gerçek olsaydı.. Keşke Türkiye sorunlarını halletmiş, toplumunu rahat ve huzur içinde yaşatan; dostluğun, hukukun, adaletin ve doğru siyasetin sağlandığı medeni ülkeler gibi olsaydı.. Olmasına izin verilseydi..
Başbakan Erdoğan bazen konuşmalarında o öfkeli havasından çıkıyor ve insanı şaşırtan, duygulu, güzel şeyler söylüyor. Türkiye Uzlaşma ve Toplumsal Kalkınma Vakfı’nda yaptığı konuşmada Hacı Bektaş Veli’den sözler okumuş. Alalım:
“Sevgi muhabbet kaynar yanan ocağımızda
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağrımızda
Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda
Aslanlar, ceylanlar dosttur kucağımızda”..
Dinleyenlere “bugünün Türkiye’sini veya yönetim tarzını” birazcık bile olsa anımsatıyor mu bu dizeler? Maalesef “evet” diyecek, hatta “yetmez ama evet” diyecek kimse çıkamaz. Ocakta “sevgi-muhabbet” değil, “kavga-şiddet” kaynıyor.. Bağırlarda “gül” değil, “dikenler” açıyor.. Nereye baksak “hırs ve kin” görüyoruz, şiddet görüyoruz ve bunu hiçbir aşk gideremiyor.
“Aslanlarla ceylanların dostluğu”na gelince.. Bırakın bunu, sadece ceylanlar; ülkenin gençleri bile kutuplara bölünmüş, “sokaktaki yüzde 50-evdeki yüzde 50” diye birbirlerine düşman gibi söz edilir olmuş. Ne demiştik, keşke bu sözler gerçek olsaydı, “Ayrıştırıcı siyasetin diliyle konuşmayacağız” derken tüm siyaset “ayrıştırma” üstüne konuşlanmış olmasaydı.. Kim istemezdi ki?
Demokrasi paketi ve Sarıgül!
Başbakan Erdoğan’ın grup konuşmasında da yorumlanacak önemli vurgular var ama şimdilik sadece üç noktaya hemen dikkat çekmek mümkün. Birincisi; “Demokrasi paketiyle ilgili olarak muhalefeti suçlaması.. Tamam her taşın altından muhalefete bir suç çıkarılıyor velakin burada açıkça yok..
“Gelin 48 maddede mutabık kalındı, hiç olmazsa bunu Meclis’ten geçirelim dedim, kabul etmediler” diyor Erdoğan.. Oysa o demokrasi paketinde “seçim barajını düşürmek, parti içi demokrasiyi sağlayacak seçim sistemi getirmek, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığının mutlak olması” gibi demokrasinin olmazsa olmazı şartlar bulunmadığı gibi “vatandaşın gösteri ve seyahat hakkının hükümetler tarafından kısıtlanmasını” sağlayacak değişiklikler vardı ve muhalefet içinden de hukukçular bunlara itiraz ettiler.
Büyük ilgi!!
Kaldı ki arkasından gelen “özel alana bile müdahale girişimleri” de bu paketin samimi olmadığını gösterdi. Anayasa, yasalar oyuncak değil, “bugün böyle yapalım da yarın değişir” denecek bir mesele değil, o zaman da aceleye gelemez, bunu takdir ederler herhalde.
Mustafa Sarıgül’ün CHP’ye geçmesi konusu ise iktidar partisini önce Gökçek’ten başlamak üzere çok rahatsız etti nedense.. Oysa AKP’ye geçenlerle diğer partiler hiç böyle ilgilenmiyorlar. Başbakan bu konuda Sarıgül için “bir taraftan yolsuzluk dosyasıyla ihraç edeceksin, şimdi can simidi gibi ona yapışacaksın, böyle mantık olur mu” dedi.. Eğer “yolsuzluk dosyaları” söz konusu edilecekse Meclis’te bekleyen “milletvekillerine ait” kaç yolsuzluk dosyası olduğunu hatırlamak lazım.
Dosyalar çıkar..
Elbette “kötü örnek” örnek olamaz ama Sarıgül defalarca “Varsa dosya çıkarsınlar” da dedi.. Eh, bu durumda “eşit haklar” adına diğer siyasetçi dosyaları da hemen açılır, onun da varsa dosyası çıkar, herşey şeffaf olur, doğrusu budur, vur-kaç metoduyla, karşılıklı laf atmalarla halk kime inanacağını bilmiyor.
Bülent Arınç’la anlaşmazlık konusunda ise Başbakan “Biz dava ortaklığı yapmış, kenetlenmiş bir partiyiz” diyor ama (gerçek) demokrasilerde milletvekilleri “farklı görüşler” açıklayabilmelidir.. Ayrıca partisinin kurucuları olan bazı isimlerin sık sık ve samimiyetle “yapılanları eleştirdiği” de duyuluyor. Bu nedenle Arınç’ın eleştirisiyle doğal olarak ilgilenenlere de hemen “parti bölünsün istiyorlar” demek yanlıştır, kendisine dışarıdan “birilerinin” yaptığı provokasyonlara aldanmamak gerekir. Diyeceğim bundan ibaret!
Zavallı leopar!
Diyarbakır’da iki çobana saldıran genç (ve az rastlanan bir cins) leopar saldırdığı çobanın amcaoğlu tarafından öldürülmüştü biliyorsunuz. Tabii bu durumda insanı kurtarmak için vahşi hayvanın vurulmasından başka çare yoktu.
Diyarbakır’a 4 kişilik bir bilim adamları ve doğaseverler ekibi gelerek leoparın saldırısına uğrayan Kasım Kaplan’la görüşmüş. O da “Keşke o gün oradan geçmeseydik ama biz bu olayı yaşamasak bile kim görse onu öldürürdü” demiş. Okuyunca düşündüm; zavallı kedi, ve köpeklere her türlü acımasızlığın reva görüldüğü bir ülkede “doğadaki vahşi cinsler”in korunması mümkün mü? Birçok ülkede bu tür hayvanlar için özel milli parklar yapılıyor, koruma altına alınıyorlar, bizde devlet “çocuklar ve kadınlar”ın korunmasına özen göstermezken onları mı koruyacak..
Ceza Kanunu’na alınmalı!
HAYTAP Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Ahmet Kemal Şenpolat “Hayvanları Koruma Yasası’nın hayvanları korumadığını, onlara gösterilen şiddete (Kabahatler Kanunu yerine) Ceza Kanunu içinde yer verilmesi gerektiğini” ısrarla söylüyor. Bu nedenle bir grup sanatçı ile birlikte Başbakan Erdoğan’la görüşme yaptılar.
Bu değişikliğin en kısa zamanda yapılması gerekiyor, tabii “medeni bir ülke” isek.. Sadece inşaata ağırlık vermek medeniyete yetmiyor, bunlar da şart!