Bundan sonra erkekler doğursun!

Haberin Devamı

İlk çocuğumu doğururken bebek ters gelmişti ve 4 kiloya yakındı, buna rağmen doktorlar “normal doğum” diye ısrar ettiler ve 16 saat sonra benim hayatım tehlikeye girdi. Son dakikada “anne ölüyor, çabuk sezaryene alın” dediklerini hatırlıyorum. Neyse kurtulduk da vatana millete hayırlı olabildik..(Kafa ütülemeyin, olmaya çalışıyoruz işte) .. Ama efendim, doktor ısrarı yüzünden kurtulamayanların sayısı az değil.

Şimdi, hem kadınların “EN AZ 3 ÇOCUK” doğurmasını isteyeceksiniz, hem de “ağrısız doğum-epidural” veya “sezaryen” yaptırmalarına izin vermeyeceksiniz. Buyrun siz doğurun o zaman? Kadınlar tavuk mu yoksa kuluçka makinesi mi? Diyelim ki ilk doğumda çok sancı çektiler ve ikinci, üçüncü, dördüncü (eh istenen bu değil mi canımın içi) hamilelikte “normal doğumdan” korkuyorlar..

Karışmanızı istemiyoruz!

Vücut kendilerine ait, karar “anne ve baba”ya ait, Bakanlığa ne oluyor bu durumda? Dünyanın hangi medeni ülkesinde “korkak nesil istemiyoruz, anne cesur olursa bebek de cesur olur” gibi bir cümleyi, bir baskıyı Bakan yapabilir? “Çok çocuk istiyoruz.. Epidural istemiyoruz.. Sezaryen istemiyoruz, korku istemiyoruz, korkutursak ancak biz korkuturuz”..

İyi de neden “HER ŞEYİ” siz istiyor ya da istemiyorsunuz ve vücutlar kadınlara ait olduğu halde “sizin istediğiniz” olmak zorunda? Biz kadınlar da (eminim eşleri de) sizin özel hayatlarımıza-kararlarımıza karışmanızı istemiyoruz. Oldu mu, anlaştık mı? Anlaşmadıysak bir fetva daha çıkarılsın ve.. Erkekler doğursun!

Tedavi olmayın!

Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun “İşin fıtratı normal doğumdur, onu izlemek lazım” sözlerine gelince.. Hastalık tedavilerinde “yeni teknoloji ve ilaçlar”ın kullanımı da işin fıtratına aykırıdır, fıtrat “kendi haline bırakmak, kadere razı olmak”tır. Erkekler tedavi olmasınlar, fıtratı izlemek lazım!

Koskoca cerrahı eritiyorlar!

Koskoca cerrahı eritiyorlar!

Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç’in Prof. Dr.Mehmet Haberal’la Silivri Cezaevinde yaptığı röportajı gözlerim yaşararak okudum. Dr. Haberal’ı hayatımda hiç görmedim ama onun dünya çapında başarı kazanmış, Türkiye’de ilk “karaciğer nakli”ni gerçekleştirmiş, bugün yapılan organ nakillerinin alt yapısını hazırlamış, organ nakli ve yanık tedavisi merkezleri kurmuş büyük bir cerrah olduğunu bilmem yeterli.

Böylesine gurur duyulacak, değerli bir doktor “özel yetkili” velakin “hukuka aykırı bulunarak kaldırılan” mahkemeler tarafından 4.5 yıldır “hapse tıkılmış” vaziyette..

İnsanlık suçu!

Bırakın yılları ve ödül verilecek yerde “gasp edilen özgürlüğünü-yaşamını”, sanki cinayet işlemiş, ağır bir suçu varmış gibi “gökyüzünü penceredeki 80 petek arasından görebilmesini” onun böyle sebepsiz yere “bir tek gün” tıp dünyasından uzaklaştırılması “büyük bir suç”tur. Her şeyden önce “kurtaracağı hayatlar” açısından insanlık suçudur. 4.5 yıl sonra hala suçu söylenemiyor, milletvekili seçilmesine rağmen hala iddialarla, kesin delil gösterilemeden içerde tutuluyor, hala “suçum ne” diye soruyor. (Bu ülkede katillerin, gerçek teröristlerin böyle cezalar çekmediğini unutmayalım tabii..)

Ve bir iktidar partisi milletvekili, bir MHP milletvekiline TBMM’de “onları Silivri’ye tıktığımız zaman kızıyorsunuz” diyor. Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, sanıkların geçen yıl yaptığı başvuru sonucunda “Balyoz’da İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ‘tutuklama, adil yargılama ve savunma hakkı’ ile ilgili maddelerinin ihlal edildiğine” karar vererek 250 kişinin durumunun düzeltilmesini istemiş. Ergenekon sanıkları müracaat ettiyse onun sonucu da aynı çıkacaktır.

İnsan hakları ihlali değil, “insan hakları cinayeti” demek daha uygun!

Gezi Parkı inatlaşması sil baştan!

Bu ne inatmış, ne parkmış, ne kışlaymış yahu? Haftalar süren olaylar çıktı, milyonlarca vatandaş sokaklara döküldü, kaç gencimiz polis kurşunuyla, sopalarla hayatını kaybetti, kaçının tazyikli sularla gözü çıktı, yüzlercesi yaralandı, hala inatlaşma sürüyor. Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği 31 Mayıs’ta mahkemeye başvurarak Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhinde “Topçu Kışlası süsü verilen AVM” yapılmasına olanak tanıyan kararın iptalini ve yürütmenin durdurulmasını istemiş, mahkeme de “telafisi mümkün olmayan zararlar doğuracağı” gerekçesiyle “yürütmeyi durdurma” kararı vermişti. Bunu gayet iyi hatırlıyoruz, daha dün gibi..

‘Oyalama’mıydı onlar?

Bakanlık karara itiraz etmiş, mahkeme “oy çokluğuyla” reddetmiş. Bakanlık geçen hafta “Bölge İdare Mahkemesi”ne başvurmuş, bu mahkeme Bakanlık lehine karar vermiş, şüphe yok “siyasi baskı” filan hissetmemişlerdir kararı verirken.. Şimdi Danıştay’daki temyiz süreci beklenirken “Gezi Parkı’na inşaat” mümkün olabilecekmiş. Tabii daha önce söyledikleri gibi bunun için de bir “referandum” yapılmazsa.. Nasılsa paramız-zamanımız bol, sorun deseniz hiç yok, Gezi Parkı da oyuncak, oynar dururuz. Dön baba dönelim, yine başa gelelim! Peki daha önceki mahkeme kararları neydi, çocuk mu oyaladılar?

DİĞER YENİ YAZILAR