Fransız istihbarat Servisi “Suriye iç savaşı nedeniyle dünyanın birçok yerinden cihatçıların Suriye’ye gittiğini” açıklamış. Ve hepsi de Türkiye üzerinden, bizim açık sınırlarımızdan kolayca geçerek gidiyorlarmış ki bunu zaten biliyoruz. Bu “cihatçılar” denenler de; El Kaide ile (onunla bağlantılı) Irak-Şam İslam Devleti örgütü..
El Kaide önceleri Özgür Suriye Ordusu ve diğer muhaliflere destek verme havasında Suriye’ye girmiş ve sonra onlardan ayrılarak güçlendiği illerde şeriat ilan etmeye başlamıştı. Bunu yaparken “Türkiye sınırındaki illere kadar” dayandılar..(Bu noktada Google’ı açıp El Kaide’nin bizde ve dünyada hangi eylemleri gerçekleştirmiş olduğunu hatırlamakta yarar var.)
Biz ise önce her gün “Suriye, Suriye” diyerek adeta onların savaşının içinde yer alır, kendi vatandaşlarımızdan önce onlara varımızı yoğumuzu seferber ederken, ABD ile Avrupa Esad’a karşı güç kullanmaya yanaşmadıktan sonra sanki Suriye sorunu bitmiş havasını benimsedik, artık ne “Suriyeli kardeşlerimiz”i, ne de Türkiye’yi mesken tutan muhalifleri her an anmıyoruz.
Yerleştiler!
Oysa diğer ülkelerin medyalarında bu “cihatçı terör örgütlerinin Türkiye’nin Güneydoğu illerine yerleştiği ve Suriye’deki savaşlarını buradan yönettikleri” haberleri çıkıyor. Yani bizim bu savaşta açıkça taraf olmamız sonunda bir yanda “PKK’nın kolu PYD” Suriye’de güçlendi ve orada bir özerk bölgenin adımları atıldı, diğer yanda “El Kaide ve diğer İslamcı terör örgütleri” Türkiye’ye girmiş oldu.
Ve bu örgütlerin girdikleri ülkeden bir daha çıktıkları da pek görülmüş şey değil. Acaba Türkiye’nin istihbarat birimleri de Fransa’dakiler kadar “cihatçı örgütler”le ilgileniyorlar mı, yoksa bizim memleket onlar için serbest bölge mi ilan edildi? Sanki “yoklarmış gibi” hiç söz edilmiyor da merak ettim.
Türbanlı bebek için cevap!
Beykoz Belediyesi Başkanı Yücel Çelikbilek’in “kucağında birkaç aylık türbanlı bebekle çekilmiş fotoğraflı poster”le ilgili yazım üzerine Basın Danışmanı Abdurrahman Fidancı’dan nazik bir cevap geldi. Önce geçmiş Bayram’ımı kutlamış, devamında anlattıklarını yazıyorum:
Bugünkü köşenizde yer alan Sayın Belediye Başkanımız Yücel Çelikbilek , bulunduğu tüm etkinliklerde çocukları sever, onlara hediyeler verir. Bahsedilen fotoğraf da Giresun yöresine ait bir piknikte çekilmiştir. Yöresel bir kıyafettir. Ailesi çocuğu Başkana getirerek hatıra fotoğrafı çektirmiştir.
Sayın Başkanımızın üzüldüğü diğer konu ise, köşe yazınızda yer alan “Belediye Başkanının ‘bebekleri bile kadın gibi mahrem saydığı’nı göstermekte, masum yavrulara bu yolla da ‘cinsellik düşündürecek, tehlikede olduğunu hatırlatacak’ bir yetişkin kimliği yüklemektedir” cümlesi..
Diğer fotoğraflar farklı!
“Tamamen spontane yapılan bir afiş”ten bu yorumların çıkarılmasını yadırgadıklarını belirterek, düzeltme yapılmasını rica ediyor. “Ekte Sayın Başkanın çocuklarla olan diğer fotoğrafları yer almaktadır” diyerek başka fotoğraflar göndermişler. Öncelikle, bu poster bir belediyeyi temsil ettiğine göre “spontane” diyerek geçiştirilemez, kullanılacak fotoğraflar dikkatle seçilmelidir. Sonra..
O fotoğraflara baktım, daha büyük çocuklar, hatta birinde Başkanın yanında üç kız çocuk var ve hiçbiri türbanlı değil.. Bir piknikte çekilmiş olabilir ama görülüyor ki çok sayıda fotoğraf arasından poster için “türbanlı bebek” seçilmiş. Diyelim ki diğerleri de poster yapılmıştır, bu durumda bile o bebeğin fotoğrafı kullanılmamalıydı, zira hiç de “yöresel bir görüntü” yok..
Ben yıllarca HOYTUR’da tüm yörelerin folklor ekiplerinde oynadım, daha sonra ders verdiğim bile oldu, eğer “yöresel baş bağlama”yı anlamadıysam, kimse anlamamış demektir. Burada bir hata yapıldığına inanmakla birlikte Beykoz Belediye’sine yine de teşekkür ediyorum.
Gazete haber ve yorumlarını izleyip dikkat ettikleri, açıklama yaptıkları için. Öyle bir zaman dilimi içindeyiz ki bu bile takdir edilecek bir özellik bence!
Balyoz sanığının ölümü!
Nasıl bir imaj değişikliği yaratıldı ve nasıl bir umursamazlık noktasına gelindiyse, birkaç yıl öncesine kadar tüm anketlerde “en güvenilir kurum” olarak çıkan Silahlı Kuvvetler mensuplarının intiharları, ölümleri bile artık küçük haberler olarak veriliyor, kimsenin dikkatini çekmiyor.
Balyoz davasında son kararla tahliye edilen emekli Albay Halil Yıldız Bodrum’daki evinin bahçesinde ölü bulunmuş. “Yüksekten düşme” sonucu öldüğü sanılıyormuş. Eğer bir suikast değilse intihar olmalı.. Ve eğer intiharsa “olmamış, gelecekte olacağı iddiaları ise bir seminere veya sahte CD’lere dayandırılan” bir darbe hazırlığı suçlamasıyla cezaevinde çektiklerini ve arkadaşlarının çekmekte olduklarını hazmedememiş demektir.
Onlar böyle tarifsiz bir işkence içindeyken bildiklerini açıklamayan, “konuşsak da fark etmezdi” veya “TSK yıpratılmasın” gibi laflar eden Genelkurmay başkanları rahatlar mıdır acaba?