Biz, onlar.. Birkaç çapulcu ve ayyaş!

Haberin Devamı

Taksim, Beşiktaş sakinleşti, olaylar biraz yatıştı diye sevinerek ve Hükümet’in de artık daha ılımlı ve uzlaşmacı bir tutum içine gireceğini umarak bir günlüğüne geldiğim İzmir’de “Swiss Otel Büyük Efes”ten yazıyorum bu yazıyı. O kadar az tatil yapıyoruz ve arkası kesilmeyen ülke sorunlarından öyle yorgun haldeyiz ki bu sakin ve güzel otelde biraz dinlenir huzur bulurum diye ummuştum ama olaylar ne İzmir’de, ne İstanbul’da tam olarak bitmediği, zaman zaman “Taksim’de gerginlik yine artıyor, Ankara’da göstericiler polisle çatıştı” benzeri haberler çıktığı için hiç de öyle olmadı.

Önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “İstanbul halkından özür dilediği, Mahkemenin Topçu Kışlası’yla ilgili ‘yürütmeyi durdurma’ kararını doğru bulduğunu” söylediği, “Belediye-Kültür Bakanlığı ve bu işte sorumlu olan birimlerin de (polis) halka özür ve açıklama borçlu olduğunu” ifade ettiği konuşmasını duydum. Tamam, demek ki gerçekten yanlış Hükümet tarafından anlaşılmış, bu güzel haber derken..

Üniversitelerin ne suçu var?

Başbakan Erdoğan’ın yaptığı son konuşmalar geldi.. Üniversitelere kızan, “öğrencileri sınava gelirken gaz veya tazyikli su yer, başına birşey gelir” endişesiyle “telafi sınavına girebilirler” açıklaması yapmış olanları “bu eyleme katıl demektir” diye suçlayan (çalışanlarına olaylar bitene kadar izin veren veya işyerini tümüyle kapatanlara ne denecek).. Dev bir orman alanı olan Zekeriyaköy’de yapılmış Koç Üniversitesi ile beton yığını halindeki Taksim’in göbeğindeki tek yeşil alan olan Gezi Parkı’nı karşılaştıran..Taksim’e cami de yapılacağını bildirip “Bunun için CHP ve birkaç çapulcudan izin mi alacağım” diyen.. AKM’yi de yıkıp yerine opera binasıkültür merkezi yapacaklarını vurgulayan cümleler.. Devlet Opera ve Balesi’ni, tiyatrosunu ortadan kaldırdıktan sonra binaya ne gerek varsa?

‘Çok oy alan’ meselesi!

Başbakan bunların arkasından da “Biz 23.5 milyon oy almışız, bizim sözümüz geçmeyecek mi? Demokrasiyse yetki kimdeyse o kullanır. Olması gereken budur” diyor ki işte asıl tehlike ve bütün bu yanlışların, halkla çekişmelerin, “aynı görüşte olmayan herkesi” silindir gibi ezen güç gösterilerinin asıl nedeni de bu anlayış.

Demek ki bir ülkede oyların yarısına yakınını (yüzde 46.6) alan parti “toplumun duygularına, diğer tüm kurum ve kesimlerin büyük tepkilerine neden olsa da” canının istediği herşeyi uygulamakta tam yetkiye sahiptir, geriye kalan vatandaşların ve partilerin görüşleri yok sayılmalıdır, öyle mi? Peki acaba Başbakan’ın iki gün önceki konuşmasında söylediği “çoğunluk da azınlığa dayatamaz, demokrasi bunu gerektirir” sözünü bununla nasıl bağdaştıracağız? Hangisine inanalım?

Hani demokrasi “yüzde 1’in bile özgürlüklerini garanti altına alan, hak ve görüşlerini hesaba katan” rejimin adıydı?

Sadece Gezi Parkı değil elbette..

Gerçi burada bir de Türkiye’nin tüm illerine, hatta Los Angeles’ten Londra’ya kadar diğer ülkelere yayılmış, yüzbinlerce vatandaşın katıldığı bir büyük tepkiyi “azınlık” olarak gösterme veya göstericilerin hepsini “rakip parti” görme hatası var ki Gezi Parkı olayında tablo hiç de böyle değildi..

Konunun özeti şu ki; tüm konuşmalarda bir “biz-siz, biz-onlar, çoğunluk-azınlık” benzeri ayırımcılık göze çarpıyor. Sanki ülkede “iki düşman kutup” varmış veya bu isteniyormuş, toplum baskılardan, dayatmalardan bıkıp tepkisini gösteriyle ortaya koyamazmış gibi..

Gezi Parkı’nda gençlerin, çevrecilerin masum bir tepki direnişiyle başlayıp polis şiddetiyle büyüyen olaylar işte bu “asla empatiye yanaşmayan” tutumun, ülkedeki tüm haksızlık ve hukuksuzlukların, medyadan üniversitelere, iş dünyasına, hatta bilim adamlarına kadar her kesimin üzerindeki baskıların, “iki ayyaşın yaptığı yasa” veya “birkaç çapulcuyu mu dinleyeceğim” benzeri sözlerin unutulmamasının ve başta gençler olmak üzere toplumda yaratmış olduğu tepkilerin sonucudur. (Bu sözler gündeme düştüğünde sosyal medya tepkilerini okumak bunu anlamaya yeterli)

Sanatçı Mehmet Ali Alabora’da “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş” mesajını yazarken hiç şüphe yok bunu kastetmişti. Mehmet Ali Şahin’in “darbeye zemin hazırlamak” iddiası ise artık “yetti darbeniz” dedirtecek kadar sıkıcı bir buluş, hala suç delili bulunamayan yüzlerce insan gerçekten de yetmedi mi yoksa?

DİĞER YENİ YAZILAR