Sadece Balyoz ’u değil, Ergenekon’u da anlatsın ve desin ki “kardeşim şu ve şu kesin deliller nedeniyle bu insanlar yıllardır hapiste tutuldular, eşlerini-çocuklarını-torunlarını görmeden ömür tükettiler. O özel yetkili hakim ve savcılar haklıdır”. Ergenekon konusunda mesela “haham Tuncay Güney’in ‘devlet bana işkence ederek konuşturdu, Ergenekon davası bir projeydi bitti’ sözleri şu nedenle doğru değildir” desin.. Hayır, kimse konuşmuyor ve gazetecisinden cerrahına, askerinden siviline, rektöründen komutanına bütün o insanlar cezaevlerinde çürümeye terk ediliyor.
Başbakan Erdoğan da yıllar sonra çıkıp “özel yetkili mahkemeler”in keyfi ve uzun tutuklamaları konusunda “Yeter artık, elinizde kesin delil varsa bitirin işi, yoksa bu tutukluluklara son verilsin” şeklinde konuşunca bir umut doğmuştu.. Bu çıkışının da siyaset olduğunu, inandırıcı olmadığını söyleyenler vardı ama ben “bir değişiklik yaratacağına” inanmıştım doğrusu.. Gerçi teoride bu da “yargıya siyasi müdahale sayılırdı” ama “özel yetkili” mahkemelerin “hukuka aykırı olduğu” resmen açıklandığına göre “mevcut şartlarda” sayılmazdı da..
Yalanlarla yürüyen davalar!
Olmadı, ben yanıldım, herşey eski tas, eski hamam devam ediyor. Ama örneğin Balyoz davası sanıklarından gelen mektuplardaki “sahte delil” listeleri de insanın uykularını kaçırıyor, vicdanını yaralıyor.
Mesela “Şu bilgisayarda yazılmış” dedikleri dosyaların hiçbirinin iddia edilen bilgisayarlarda yazılmamış olması.. Mesela “2008 yılında suça karıştığı iddia edilen bir subayın 2006’dan sonra Malezya’da olması ve hiç Türkiye’ye gelmemesi”.. Mesela “Fuhuş, Şantaj ve Casusluk” davasında şantaja uğrayan kimse olmadığı için şantajın düşmesi.. Fuhuş yaptırdığı iddia edilen kadının mahkemeye “bekaret raporu” sunması..
3 Ağustos 2010’da adli emanete teslim edilen dijital bir dosyada “Ekim 2010’da (2 ay sonra) gerçekleşen olaylar”ın bulunması.. 3 Ağustos 2010’da yapılan bir aramada el konmuş bir harddiskin kopyasının polis tarafından “8 Mart 2010”da alınmış olduğu bilgisinin tutanaklara geçmesi (yani el konmadan 5 ay önce polis kopyasını çıkarmış).
Raporlar-Deliller saklandı!
CD’lerdeki iddia olaylardan bazılarının CD’ler adli emanete teslim edildikten aylar sonrasının tarihinde olması.. Bu saçmalıklar “iddiaları yalanlayan tarihler”in sadece bir kısmı.
Bunların yanında örneğin 163 askerin topluca tutuklanmasını sağlayan gelişmeler arasında; dijital sahtelikleri ortaya koyan bilirkişi raporlarının özel yetkili savcı tarafından mahkemeye gönderilmemesi.. Gelecekte olmuş şeylerin önceden yazıldığını kanıtlayan “sanıklar lehine deliller”in de mahkemeye gönderilmeyip özel yetkili savcı tarafından adli emanete saklanması.. Sayılmayacak kadar çok karanlık nokta var..
Cumhuriyet Savcılığı “sanık delilleri çürütmekle görevlidir” diyor. Delil denilen sahtelikler açıkça ortaya konuyor ama kabul edilmeyerek yüzlerce kişi 16-18-20 yıl hapse mahkum ediliyor. Üstelik gerçek suçluların, gerçek darbecilerin, katillerin bile mahkum edilmediği bir ülkede..
Bir kez daha sorayım; adı nedir bunun, adalet mi, sakalet mi?
Odunlu öğrenci!
İlhan Elbirler isimli okurumuzun yazdıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.
“Sayın Mengi; dünkü TV programlarından birinde Van’ın bir ilçesinde okullarının girişinin kardan kapandığı ve çocukların da açtıkları bir tünelden dershanelerine girdiklerini seyrettim. Dikkatimi çeken ‘her çocuğun elinde bir odun parçası olduğu’ idi. Bu odunları dershaneye giren her çocuk sobanın kenarına bırakıyordu. Bu olayı yıllar önceleri de biliyorduk. Baştakiler de hala ‘Başbakana A-330 Airbus da yakışır daha büyüğü de’ desinler..! Yazık”.
Şimdi burada Başbakan’ın Airbus uçağından çok “her aileye en az 3 çocuk” politikası eleştiriye değer bence.. Eğer devletin okullara gerekli odun-kömür sağlayacak imkanı yoksa, ülkenin ücra bir köşesinde, hava şartlarıyla ve yoksullukla boğuşarak okumaya çalışan küçük öğrencilerden bile odun getirmeleri isteniyorsa hangi anlayışla “fazladan çocuk” telkini yapılabilir ki?
Mevcut çocuklar “aile içinde ve dışında” şiddetten korunamıyorsa, çocuk yaşta zorla evlendirilmelerini önleme konusunda bile tek adım atılmıyor, tek ceza uygulanmıyorsa nasıl yapılabilir ki?
Asıl “yazık” olan nokta bu işte!