Bebekler ve imamlar!

Haberin Devamı

TBMM’de türban konusunda uzlaşılması elbette ülke çapında bir huzursuzluğun doğmaması açısından yararlı oldu ancak eğer bir Ortadoğu ülkesi olmasaydık ve “laiklik” dediğimiz, bugün birçoklarının burun kıvırıverdiği oysa bizi bugüne kadar din-mezhep kavgalarından ve demokratik rejimin yok olmasından korumuş olan rejim “Batı ülkelerinden çok daha fazla gerekli” olmasaydı buna siyasi açıdan sevinmek mümkün olurdu.. Ortadoğu ülkelerinde ve Malezya, Endonezya gibi Asya’daki Müslüman çoğunluklu ülkelerde ise o laikliğin veya demokrasinin bir anda kalkıverdiği ve bölge bölge başlayarak (üstelik tek mezhebe taraf olan) baskıcı dini rejimlerle yer değiştirdiğinin örnekleri önümüzdedir. Ve hepsinde de bu dönüşüm önce kadının kıyafeti, örtünmesiyle başlıyor, yaygınlaştırılıyor, baskılar arttırılırken aşırı İslamcı terör örgütleri de ortaya çıkarak “başörtüsü”nün yetersiz sayıldığı noktaya geliniyor.

Kafaları kuma gömmek!

Bu örnekler varken tümüyle yok farz ederek ve sanki Türkiye uzaydaymış da bir tek burada hiçbir dönüşüm olamazmış gibi “aman canım laiklik de neymiş, dinle devlet karışırsa ne olurmuş” demek, endişe duyanları da karalayıvermek kafaları kuma gömmekten farklı mıdır acaba? Diğerini söylemek çok kolay, üç cümlede işin içinden sıyrılıveriyorsunuz da biraz daha “geleceği ve ihtimalleri, yaşanmış örnekleri göz önüne alarak” değerlendirme yapmak gerekmez mi?

Mesela bugün devlet okulları ve dairelerinden sonra Meclis’te de türban (aslında “tüm dini kıyafetler” denmeliydi, hem eşitlik hem laik devlet şartları açısından) serbest bırakıldığında “helal olsun” çekenler, buna “özgürlükler konusunda uzlaşma” diyorlar. Oysa bırakın bugüne kadar “engelli bir milletvekiline dahi pantolon izni verilmemesini”, söz ettikleri özgürlüğün çok kısa süre içinde “3-4 yaşındaki bebek yaşta çocuklara inmesi, türbanlı bebeklerin belediye reklam afişlerinde kullanılması” konusunda ne diyorlar, o da “bebeklerin özgürlüğü” mü acaba?

Camilerde imamların cemaate “kızlarınızı, kardeşlerinizi, karılarınızı tesettüre sokmazsanız günahı size olur” baskıları bu özgürlüğün neresinde yer alacak? Kısacası.. Meclis’te türban tartışmasının bitmesi iyidir ama diğer Müslüman çoğunluklu ülkelerde görüldüğü gibi türban-tesettür konusu Türkiye’de de burada kalmayacaktır. Merve Kavakçı’nın gazetelerde çıkan sözleri gibi sıranın “yargı, TSK ve emniyet” ile ilkokul ve yuvalara geleceği bellidir.

‘Müslüman kadın örtülüdür’

Diyelim ki onlar da “özgürleşti”, “Müslüman kadın başörtülüdür” denmeye çoktan başlandığına göre “başörtüsüz” kadınlar yakın gelecekte neyle karşılaşacak?

Devlet alanları dışında herkes istediğini yapabilir ama “devletin bir dine-mezhebe taraf olması”nın sonunda gelinecek nokta geriye kalanların “özgürlükleri” açısından da tartışılmalıdır. Bizim dışımızda dünyadaki tüm Müslüman çoğunluklu ülkelerde bu endişeler sonunda mutlaka gerçeğe dönüyor çünkü..

Bir şey daha var; türban konusunda kadın haklarını cansiperane savunanların, her gün haberlerden eksik olmayan “kadın ve çocuk tecavüzleri, dedeleri yaşında adamlarla evlendirilen ve hatta ilk gecede bu nedenle ölen kız çocuklar” hakkında tek kelime ettiğini neden duymuyoruz? Hemen başlasınlar kadın ve çocuk haklarını savunmaya!

Marmaray’da duaya kim karşı çıktı?

Başbakan Erdoğan Marmaray’ın dua ile açılmasına sanki toplu bir karşı çıkma olmuş gibi konuştu ve “İstiklal Marşı’nda da dua var, bilmiyorlar” dedi.. Şimdi yine “laiklik” ilkesinin Anayasa’da olmasından, rejimden söz etmek gerekiyor. Atatürk de 1920’de TBMM’yi dualar okutarak, okuyarak açmıştı, Marmaray’ın da aynı şekilde açılması güzel bir şey ama “dinle devlet işlerinin ayrılması” da demek olan laik rejim açısından eleştirenler nadiren de olsa çıkabilir, bunları da beklemek ve saygılı olmak gerekir demokrasilerde..

Laiklik ilkesi 1937’de Anayasa’ya girdiğine göre kim bilir belki o tarihten sonra olsa Meclis’in açılmasındaki dua merasimini bile eleştiren birileri çıkabilirdi. Bu bir yana Marmaray açılışında duaya kim karşı çıktı, bir veya birkaç kişi eleştirdiyse veya sosyal medyada birileri yazdıysa bunu kitlelere ya da rakip partilere, görüşlere mal etmek ve bunu bile “kutuplaşma, ayrışma, siyaset nedeni” yapmak doğru mudur? Seçim yaklaşırken yine her konu çekişme malzemesi olmamalı, kimsede dayanacak sinir kalmadı çünkü!

DİĞER YENİ YAZILAR