Ahmet Türk’ün “barış süreci” denilen “PKK ile anlaşma süreci”nde Hükümeti “Kürtlerin üzerine bomba yağdırdılar” diye suçlaması ortalığı karıştırdı biliyorsunuz. Zaten bu süreç (Oslo görüşmeleri, Öcalan’ın yol haritaları vs’den sonra) tekrar başlar başlamaz Paris’te üç PKK’lı kadına suikast düzenleyenlerin de PKK’lı olması ihtimalinin kuvvetli olduğu Paris Savcısı tarafından açıklanmıştı.
Yani PKK hem süreci kendi baltalıyor, hem de Hükümeti bunu yapmakla suçluyor görüntüsündeydi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik yaptığı açıklamada “Geçmişte de PKK’nın yönettiği örgüt içi infazları örtmek için bu tip açıklamalar yaptılar. Fransa’daki araştırmaları etkilemeye çalışmaları gerçeğin ortaya çıkmasına hizmet etmeyecek” dedikten sonra çok önemli iki noktaya değinmiş ki bence bu konuşmanın ana fikri budur..
1- Tüm Kürtler PKK çizgisinde değil ama PKK ile aynı çizgide olmayan Kürt aydınları ya tehdit ediliyor, ya sıkıntılı duruma düşürmek için gayret gösteriliyor.
2- Bundan sonra bu süreç içinde “Hükümeti suçlayıcı açıklamalar” yapmasınlar. (Bu konuşmada Çelik “PKK’nın-Öcalan’ın yanında süreçte biz de olmalıyız” diyen BDP’nin daha önce söyledikleriyle çelişkisini de vurguluyor.)
ÇOĞUNLUK İSTEMİYORSA..
Burada “Kürt sorunu net olarak nedir” sorusu geliyor akla. Zira Hüseyin Çelik’in sözlerinden de çıkan sonuca göre başlatılan süreç aslında “PKK ile anlaşma” sürecidir. Okurumuz Selçuk Tınaz “Muhatap PKK.. Ama sorunun tanımı tam olarak yapılmadığı için çözümün ne olacağı da bir türlü söylenemiyor. TV’lerden ‘Merak etmeyin Kürtlerin büyük çoğunluğu Türkiyeden ayrılmayı istemiyor’ denmekte.. Eğer Kürtlerin çoğunluğu Türkiye’nin geri kalanıyla birlikte yaşamak istiyorsa bu sorunun adını Kürt sorunu koymak hiç mantıklı değil. Eğer Kürt sorunu Kürtlerin bir toprak parçasıyla birlikte Türkiye Cumhuriyetinden ayrılmaları değilse nedir” diye soruyor ve bu soruya cevap alınamadığını belirtiyor.
Bu sorunun cevabını tüm toplum merak ediyor aslında ve bütün bu karşılıklı görüşmeler-çekişmeler sürerken de Hükümet tarafından açıklanması gerekiyor. Tamam, olumlu görünen bir süreç başladı ama “bu süreci başlatan sorunun tam tanımı” nedir?.. Açılım süreci “yetersiz” olduğuna, oradaki vaatler PKK tarafından beğenilmediğine ve terör bugüne gelinene kadar artarak sürdürüldüğüne göre onlara fikir değiştirten vaat ne oldu? Bunu öğrenmek “her gelişmeyi peşinen kabul etmesi” beklenen toplumun hakkıdır.
BASKIDAN ŞİKAYET OLUYOR DEMEK Kİ..
Dönelim Hüseyin Çelik’in iki madde halinde yazdığım vurgularına.. “PKK ile aynı görüşte olmayan Kürt aydınlara” ne yapıldığını bildirmiş. Aslında tabii bu konuda sadece PKK lideri Öcalan’ın “yeni yol haritası”na uyulması gerektiğini, farklı görüşteki Kürt aydınlar dahil başka kimsenin görüşünün önemli olmadığını en iyi “masaya oturanlar”ın bilmesi gerekir.
Onunla görüşmeyi MİT yapıyor ama MİT’in nereye bağlı olduğu ve kim tarafından gönderildiği belli. Burada dikkat çeken şu; Bugün siyasi muhatap olarak devletle masaya otursa da PKK “terörle özdeşleşmiş” bir örgüt ve böyle bir örgütün “farklı görüşteki Kürt aydınları” tehditle ve her yöntemle susturmaya çalışmasına şaşılamaz.
Ama Türkiye’de ülkeyi yöneten iktidar partisinin de“farklı görüşteki aydınlara, gazetecilere, sivil toplum kuruluşlarına, partilere, hatta yargıya” siyasi baskı uyguladığı, aydınların-gazetecilerin işlerini bile bu nedenle kaybettiği biliniyor. Hatta HSYK üyelerinin Adalet Bakanlığı bünyesinden seçilerek değiştirilmesi, başında da Bakan’ın bulunması bile başlı başına “yargıya ağır bir siyasi baskı” olduğunu gösterir. Bir yanda bu tablo dururken diğer tarafta “PKK’nın Kürt aydınlara yaptığı benzer baskıları” kınamak çelişki yaratıyor değil mi?
DÜRÜST SİYASETİ ÖZLERKEN..
Aynen Hükümet’in bir yanda “BDP’nin kendilerini suçlamamasını” isterken diğer tarafta CHP’yi “Milletvekiliniz Aygün PKK’lı aileye taziyeye gitti, kusura bakmayın üzüm üzüme baka baka kararır” sözleriyle “PKK sempatizanı parti” gibi gösterme, bu şekilde suç yaratma çabası gibi..
Bir milletvekilinin özgür iradesiyle yaptığı bir eylem (hukuk dışı durum yoksa bir şey söylemek de zaten mümkün değil, hukuk dışı ise neden Hükümet görüşüyor sorusu çıkar) eğer partiye zarar veriyorsa bunu o parti düşünür ama.. Kendisi “PKK ile masaya oturma” kararı vermiş ve “herkes bu süreci desteklesin” diyen, Ana Muhalefet Partisi bir soru sorduğunda bile onları “süreci baltalamak”la suçlayan iktidar partisinin “Milletvekili Aygün’ün kararını partisine mal ederek açıkça suçlama yapması” tam bir çelişki olarak görünüyor.
“Bu ne perhiz, ne lahana turşusu” denecek bir çelişki.. Ama “referandum öncesinden başlayarak” bir yandan PKK ile görüşme yapıp diğer tarafta rakiplerine “aynı görüşteler” suçlamasını öyle kolay yapıştırdılar ki artık bu büyük çelişkiler bile şaşırtmıyor. Türkiye’de “dürüst siyasete özlem” duyulurken siyaset ne hale geldi, ben artık anlamıyorum.
Kedileri inceleyen uzmanların sözleri..
İki gün önceki yazımda ‘bu sevimli ama çoğu sokaklarda bakımsız haldeki hayvancıkları koruma duygumuzu arttıracağı ümidiyle’ mümkün oldukça kedilerle ilgili sözler yazacağımı belirtmiştim, işte üç “kedi atasözü”..
-Bir köpek sizi eğlendirebilir ama bir kediyi siz eğlendirmelisiniz.. George Mikes
-Kediler nazik “efendi”lerdir, yerinizi bildiğiniz sürece.. Paul Gray
-Burada kedilere nasıl davrandığımız, cennetteki statümüzü belirleyecektir.. Robert A. Heinlein
Üç günlük kaçış!
Sevgili okurlarım, seyahatte olduğum için yazılarıma iki gün ara veriyorum, Pazartesi’ye buluşmak üzere.. RM