Seçimler yaklaşıyor ve normal olarak demokratik bir ülkede “tüm medya kanalları tek bir partinin elinde” iken seçim yapılamaz, “ŞARTLARIN EŞİT OLMASI” gerekir. Ama değil ve bu durum kimsenin de umurunda değil.. Nedense, muhalefet partileri de ses çıkarmıyor ve sonra “demokratik seçim yapıldı, sonuç böyle çıktı” deniyor.. Onlarca TV kanalı ve tüm gazeteler “tek taraflı yayın” yaparken, hele de seçim sırasında devamlı aynı yüzler 24 saat ekranlarda yer alırken seçim olur mu?
Bir de üstüne tüm illerdeki tüm reklam panoları tek bir partiye ayrılırken, belediye imkanları-araçları ve personeli bile aynı şekilde kullanılırken “hakkaniyetli seçim” olur mu? Bunlar muhalefet partileri için büyük dezavantajdır ve sonucu kesinlikle etkiler. Liderlerin danışmanları neyle meşguldür de bunlar hiç hatırlatılmaz o da ayrı soru..
Ön seçim talebi..
Karşılaştığım birçok kişi aynı noktaları dile getiriyor. Seçim öncesi şartların eşit olmaması sorunu dışında insanlar muhalefet partilerinin “adaylarını lidere seçtirmek yerine ön seçim yaparak hepsini halka seçtirmesi” ve böylece demokratik fark yaratması üzerinde duruyorlar.
Genel başkanların dinç ve dinamik olması, genç oylarını ve “kararsızlar”ın oylarını alacak şekilde davranması talebi öne çıkıyor. Mevcut muhalefet liderleri bu konuda tam tatminkar bulunmuyor, onu da söyleyeyim. Mesela MHP’de Meral Akşener ve Oktay Vural isimleri hemen telaffuz ediliyor ve oyları artıracakları söyleniyor. CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun dürüst ve güvenilir olduğu belirtiliyor ama “daha dinamik ve karizmatik” bir lider olması beklentisi var. CHP için “parti dışından Ankaralı bir hukukçu”nun adını söyleyenlerin sayısı az değil, özellikle gençlerin beğendiği bilinen Emine Ülker Tarhan ve Süheyl Batum’un geri planda tutuluyor görüntüleri tepki yaratmış, nedenleri sorgulanıyor.
Elbette bunları “hemen lider değiştirilmeli” diye söylemiyorum, “daha umut verici bir tablo” beklentisini aktarmaktır niyetim sadece..
‘Yeni bir parti’ gibi..
İktidar partisinde ciddi hatalar yapan bakanların bile korunduğu, oysa Ana Muhalefet Partisi’nde eskiden de görülen “öne çıkan isimleri yeme hastalığı”nın sürdüğü konuşuluyor. Muhalefet Partileri mevcut liderlerle seçime gideceklerine göre mutlaka bir “gölge kabine”yi acilen ortaya çıkarmaları beklentisi de var. Adeta “yeni bir parti kurulmuş gibi” toplumda sevilen, çalışkan, ülkeye yarar sağlayabileceği ve bu nedenle kararsız oyları bile toplayabileceği kesin belli, konusunda uzman isimleri toplayacak birer gölge kabine..
Hiç hatır-gönül, şu kişi partide bilmem kaç yıl çalıştı o olsun, bunu teşkilat ister, öbürü arkadaşımın oğlu-kızı filan yok.. Bir STK’da iki-üç yıl çalışmış veya Genel Başkan’a ricaya gitmiş isimler yok.. Sadece “işinde en başarılı olacak ve buna halkın inandığı” kişilerden oluşacak bir grup. Ekonomi, dışişleri, içişleri, AB, terör, adalet, kadın ve çocuklarla ilgili sorunlar ve akla gelen her konuda uzman ekipler.. “Biz gelirsek sorunları onlar çözecek” diyerek sunulan, güven duyulacak, başarısı kanıtlanmış flaş isimler.
İşte muhalefet partilerinden ama tabii özellikle de Ana Muhalefet Partisi ’nden bunlar bekleniyor.
Sarıgül faktörü!
Ana Muhalefet deyince, yerel seçimlerde Şişli Belediyesi’nin başarılı Başkanı Mustafa Sarıgül’ün “hala İstanbul’dan aday gösterilmemesi”nin tepki yarattığını söylemeden geçmek olmaz. Kendisi ikbal beklediği için onu rakip gören, CHP’de istemeyen birilerinin çıkıp saydırmasıyla, aklınca espriler bularak yıpratmaya çalışmasıyla ya da “Eh gelsin önce partiye kaydolsun da bakarız”, “şimdiye kadar tüm illerde sadece iki ismin adaylığı belli oldu” gibi yuvarlak laflarla olmuyor bu işler. Söyleyeyim, kimse yutmuyor.
Böylesine parlak ve kazanma ihtimali olan, anketlerde de görülen bir ismi Genel Başkan kendisi davet eder, rozetini takar ve adaylığını açıklar. “Gelecek” söz konusu ise lider kimseyi de dinlemez. Olması gereken budur. Sadece bu konuda sürdürülen kararsızlık ve yaratılan “kaynayan kazan” tablosunun bile partilerine zarar verdiğini derhal görmeleri gerekiyor.
Daha fazla zaman kaybetmeden partiler kolları sıvasalar fena olmaz, yine de “eski tas, eski hamam” gideceklerse kendi bilecekleri iş, sonuca katlanırlar. Ama işte “katlanan” yalnız kendileri de olmuyor maalesef!
Bodrum’un yıldızı odur!
Tatil deyince akla Bodrum geliyor, Bodrum deyince de “yüzmek ve iyi restoran aramak”.. Şaşırmayın, ikincisi de en az yüzmek kadar önemli, gündüzü denizde geçirenler daha sabah saatlerinden başlıyorlar “en güzel yemek nerede” sorusuna cevap aramaya, buna şahidim.. Gidecek çok yer var tabii, mesela Bodrum Marina’daki Kocadon’dan, Gümüşlük balıkçılarına, Limon’dan, Bağ Arası’ndan, yeni açılan Yalıkavak Marina’dakilere, Gündoğan’ın meşhur “Reana”sı ve yanındaki balıkçılara, yine Yalıkavak’ta Memedof’a kadar sayısız restoran arasından seçebilirsiniz.. Salaş mekan istiyorsanız ona göre, şık bir gece istiyorsanız ona göre ama ne olursa olsun asıl mesele “lezzet”tir .. Ve herkesin de lezzet tercihi farklı bildiğiniz gibi..
Ama bana soracak olursanız (ki bilirsiniz sizi asla yanıltmam) Antakya ve Adana gibi iki lezzet noktasından gelen ve lezzetin “en kusursuz olanı” dışında pek zor beğenen biri olarak liste başına kesinlikle “Divan Palmira”yı oturturum. O kadar ki bana göre Türkbükü demek Divan Palmira demektir. Neşeli bir ortam, denize ayaklarını sokacak kadar yakın oturup yanından geçenleri keyifle seyrettiğin şık masalar, kusursuz bir servis ve nefis yemekler.. Divan’ın tatlı ve pastalarla ilgili rakipsizliğini anlatmama gerek yok sanıyorum.
Bence kaçırmayın!
Siz fark etmeden, “köşenizi” kapatmadan yaptığım kısa tatilde bir akşam yine gittim Palmira’ya.. Ve bugüne kadar nasıl atladıysam hayatımda ilk kez “kerevizli Lagos buğulama” yedim, olağanüstü, öyle böyle değil.. Yanında fırından yeni çıkmış sıcacık ekmekler, harika bir salata ve sonra adeta taze mandalina kadar güzel bir “mandalinalı sorbe”.. Biliyorum şimdi kızanlar çıkar, “herkes gidemiyor, özendiriyorsunuz” vs.. Alırım bu yorumları, mailleri ama ben de her gün Palmira’da yemiyorum malumunuz (yemeklerimi de kendim pişiririm, parantez içi söyleyeyim), kızacak bir şey yok.
Her neyse arkadaşlar, gerçek şu ki Divan’ın şefleri övülmeyi hak ediyor. Onları kutluyorum ve Bodrum’da tatil geçirenlere veya geçirecek olanlara ‘bu lezzeti sakın kaçırmayın’ diyorum!