Bu ülkede yaşayınca insan, her gün yeni bir sarsıntıya hazırlıklı olması gerekiyor ama gördüklerimiz, duyduklarımız da maazallah hazırlıklı olacak gibi değil. Bir korku, gerilim filmi için düşünülecek senaryoları biz gerçek olay halinde yaşıyoruz.
Dün gazete manşetlerindeki “Antalya’da arabalarıyla sele kapılan ve 3.5 yaşındaki kızları Irmak’ı kaybeden aile” haberi de aynen böyle.. Selde evladını suların içinden kurtarmak isteyip de ona ulaşamamak bir kabusta, karabasanda bile tahammül edilmez bir şoktur, gerçeğini düşünün..
Allah onlara sabır versin, baba Sinan Reyhaniye otobüs terminalinden eşini ve çocuklarını almış evine dönerken arabasıyla sele kapılıyor, oğlunu ve bir polisin yardımıyla eşini zorlukla kurtarıyor ama küçük Irmak ’ı bulamıyor.
Bizi de affet Irmak!
“Beni affet kızım” diye ağladığı fotoğrafı görünce “bizi de affetsin” dedim kendi kendime.. Kaymakam Bayram Yılmaz “Karayolları gerekeni yaptı, ihmal yerine ‘talihsizlik’ demeyi tercih ediyorum” demiş. Bıraksınlar bu süslü lafları ve o beş polisin su içinde ilerlediği fotoğrafı incelesinler.
Rüyalarına girsin!
Asfalt neredeyse derenin içinden geçiyor.. Kırık dökük, nehre yapışmış bir köprü ve tahminen Ortaçağ’dan kalma elle dizilmiş taşların üstünden geçen yol.. Yani biraz yağmur yağdığında derenin taşıp araçları yutması zaten an meselesi görünüyor.
Zaten mahalle sakinleri de “Burası terk edilmiş bir bölge, koruma, bariyer, hiçbir önlem yok” demişler.
Bu ülkede “görevini yapmayan sorumsuzlar” yüzünden kaç aile, kaç bebek, kaç çocuk yitirildi. Madem ki bu suçlarda kimse cezalandırılmıyor, hatta kimse üstüne alınmıyor, başta bölgenin Karayolları görevlileri olmak üzere sorumlu her kim ise umarım küçük Irmak her gece rüyalarına girsin ve onlara cezayı o versin. Ailesinin acısı sonsuza kadar bitmeyecek çünkü!
Fırsatçılar!
Tutuklanan üniversite rektörlerinin “üniversitede başörtüsü yasağı”na uydukları için tutuklandığını ve yıllarca cezaevinde süründürülmüş olduğunu artık açıkça anlamak gerekiyor herhalde.. Öyle haksızca şeyler yazılıp çiziliyor ki inanılmaz..
Mesela yıllardır ağır hasta vaziyette cezaevinde bekletilen ve suçunun ne olduğu hala açıklanamayan İnönü Üniversitesi eski Rektörü Prof. Fatih Hilmioğlu kendi döneminde sadece görevini yaptığı için sanki “başörtüsü düşmanı”ymış gibi yazılan yazılar.. Bir yandan onun durumuna üzülüyor gibi yapıp bir yandan bu şekilde acımasızca ve haksızca onu yıpratmaya, bazılarına da “oh olsun” dedirtmeye çalışanlar..
Başörtüsü değil!
Hilmioğlu bir devlet üniversitesinin başındaydı ve “laiklik elden gidiyor” diye değil, laik devlet kuruluşlarında sadece başörtüsüne değil “ tüm dini kıyafet ve ibadetlere getirilen ‘resmi ve yargının onayladığı’ kısıtlama” nedeniyle görevini uygulamaktaydı. Yargının; Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve hatta AİHM’nin kararları doğrultusunda..
Durum böyleyken bunları unutturup şimdi konjonktüre uyarak “bazı çevrelere sempatik görünme” arzusuyla çırpınanlar nasıl da iç sızlatıyor ve “fırsatçı” sözcüğünün örneğini veriyorlar! Üstelik hasta ve evladını cezaevinde kaybetmiş bir insan konusunda.. Yazık!