Bir ülkenin Adalet Bakanı herhangi bir konuda, konu ne olursa olsun “Eğer bu suçsa ben bu suçu işliyorum” diyebilir mi? Alın bu soruyu, dünyanın bütün demokratik (isimde değil, gerçek demokratik ) ülkelerini dolaşın ve vatandaşlara, siyasetçilere sorun, tek bir tane “evet” cevabı alamazsınız. “Yetmez ama evet” denebilen ülkede ise olabiliyor.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin; “PKK’lı teröristlerin rahatça ülke dışına çıkması” konusundaki soruya “barış için” diyerek bu cevabı vermiş. Öncelikle ortada “savaşan iki ülke” veya “bir devlet tarafından el konmuş, aslında başkalarına ait topraklar” filan olmadığına göre Adalet Bakanı’nın “barış”tan söz etmesi anlamsız.. Konu “terörün bitirilmesi”dir.
Herkes aynı hakkı görür!
Sonra; Adalet Bakanı bir konuda “bu suçsa ben bu suçu bilerek işliyorum” dediğinde vatandaşlar arasında kendine göre makul nedenlerle ama hukuken suç olan bir konuda aynı sözün düşünülmesi, tekrarlanması nasıl önlenir?
PKK’lıların ülke dışına çıkması (ne yararı olacaksa) konusunda zaten anlaşmalar yapan Hükümet kararı vermiş. Ama “suç işlemiş” teröristlerin serbestçe sınırlardan geçmesi aslında “hukuken suç”tur, bu da yadsınamaz.. Peki bu durumda Adalet Bakanı hiç değilse sussa daha doğru olmaz mı?
Hırsız ve PKK’lı..
Mesela Zeki Okunakol isimli okurumuz “herkesi şu mizansen üzerinde düşünmeye davet ediyorum” diyerek şöyle yazmış: “Polis Atatürk Havalimanı Dış Hatlar’da iki şahıstan şüpheleniyor. İlk sorguda birinin “hırsızlıktan” aranan bir kişi , diğerinin ise “yola mayın döşemekten” aranan bir PKK’lı olduğu anlaşılıyor. Polis her ikisini de göz altına alıyor, Emniyet Müdürlüğü’ne gönderiyor.
PKK’lı “önder Apo’nun talimatına uyarak yurt dışına çıkmak üzere havaalanında bulunduğunu” söylüyor, Başbakan’ın da “yurt dışına çıkan PKK’lılara dokunulmayacağı” sözünü hatırlatarak serbest bırakılması gerektiğini söylüyor. Şimdi polis PKK’lı hakkındaki yakalama emrine mi, yoksa Başbakan’ın sözüne mi uyacaktır?
Hangi durumda polis “suçlu” duruma düşecektir? Serbest bırakması Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı değil midir?
Ve tabii hırsızlık suçsa, adam öldürme kastıyla hareket nasıl suç sayılmaz sorusu da var..
Terörün bitmesi için yasalar ve hukuk göz ardı ediliyorsa Adalet Bakanı’nın bir de kafa tutuyor havaya girmemesi gerekir, hukukçu değilim ama görülen bu değil mi?
Farklı dindar başkan!
Aynen Adalet Bakanı’nın söylememesi gereken söz gibi Diyanet İşleri Başkanı da Anayasa ’yı, insan hak ve özgürlüklerini , din ve inanç özgürlüğünü hiçe sayan sözler söyledi.
Aynı zamanda dinen günah işledi.. O görevden ayrılmadığı takdirde bundan böyle saygı görmesi , inandırıcı olması neredeyse imkansızdır. İnsanların Mehmet Görmez ’e “Senin de ‘farklı’ bir dindarlığın var. Ben daha iyi dindarım zira sadece Allah’a ait bir görevi üstlenmeye kalkmıyor, insanların dinini-inancını yargılamıyorum” diyebilirler. Zira saygı “süslü, uzun, işlemeli cüppeler” le olmaz, davranışlarla yaratılır.
Eğer istifa etmeyecekse Diyanet Başkanı’nın “İzmir’de yaşayan ve her biri diğerinden farklı milyonlarca insanın, ailenin dindarlığını hangi açıdan farklı bulduğunu, nasıl bir irfanla ne şekilde değişeceğini” açıklaması gerekir. Gönderdiği müftüde bulunan dindarlık ve “irfan” neden İzmirlilerde yokmuş, kimin Allah katında daha makbul olduğuna nasıl karar vermiş açıklasın da herkes öğrensin bari!
Öğrenciler ‘Akut’ için tasarlıyor!
Nasıl bayılıyorum, nasıl takdir ediyorum böyle farklı buluşları ve gençleri sanata yöneltecek gayretleri.. Vakko ile Saint Pulcherie Lisesi 3 yıldır birlikte özel bir projeyi gerçekleştiriyorlar.
Gelir Akut’a..
Öğrencilerin resim dersinde tasarladığı desenler in “dereceye girenleri” eşarp tasarımı için Cem Hakko’nun sponsorluğunda ipek kumaş üzerine basılıyor. Ve sonra modacı ve sanatçılardan oluşan bir jüri bu tasarımları ödüllendiriyor.
Bu yıl 27 Mart akşamı yapılan ödül töreninden sonra öğrencilerin (Osmanlı motifli) tasarımlarının bulunduğu eşarplar Cem Hakko’nun isteği üzerine Akut Derneği adına satışa çıkarılmış, elde edilen gelir Akut’a kalacakmış. Eşarpları Vakko mağazalarında bulmak mümkün, böyle güzel bir projeye destek vermeye, gençleri teşvik etmeye ne dersiniz?
Bu gayretleri hep uzaktan izlemeyi artık bırakalım ve biraz da bizler elimizi taşın altına koyalım değil mi?