Maneviyat… Yaşama sevincimizin kaynağı. Kendimizi tanımayı sağlayan ışık.
Özgürlüğümüzün gıdası.
Maneviyat farklılıklardan beslenir. Zaten farklılık nedir ki? “Ne varsa âlemde örneği var âdemde.” İnsan küçük bir kâinat değil midir? Kâinatta her şey ahenkle, birlikte yaşamaya devam etmiyor mu?
Tıpkı birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmış ve yapmakta olan Anadolu gibi.
Birbirimizi yargılamadan, anlayışla, farklılıklarımızdan güç alarak, birbirimizi tamamlayarak evrensel barış güneşinin parladığı Anadolu gibi. Zaten “Anadolu” kelimesinin manası da “güneşin doğduğu yer” demek. Tarihimiz Anadolu’da doğan güneşlerle dolu. Ateşin bile yakmadığı Hz. İbrahim gibi bir mana güneşi de bu topraklarda yaşamadı mı? Ateş güneşi yakabilir mi? Yunuslar, Hacı Bayramlar, Hacı Bektaşlar, Fatihler, Mustafa Kemaller yine birer mana güneşi gibi bu topraklarda doğmadılar mı?
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
“Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
“Bakın göstereyim” demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine, derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş:
“Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye de bir şart koşmuş.
“Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine:
“Şimdi” demiş ermiş.
Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
“Buyurun…” deyince, her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
“İşte...” demiş ermiş.
“Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz, hayatta daima sevgiyi paylaşanlar kazançtadır.”
Kur’an’da Yüce Yaradanımız sevginin, O’nun temel niteliği olduğunu bizlere şöyle açıklıyor:
(Onlara) Göklerde ve yerde olanlar kimindir? diye sor. ‘Allah’ındır’ de O SEVMEYİ KENDİ ZATINA FARZ KILDI…( Enam, 12)
Manevi olan her şey acıları öğrenmeye, düşmanlığı işbirliğine, kayıtsızlığı sevgiye dönüştürür. Derin bir bütünlük duygusu, bağlanmak ve sonsuza kendini açmaktır. İnsan nasıl gün ışığına, kalsiyuma ya da sevgiye gereksinim duyuyorsa, aynı şekilde anlayacağı ve o doğrultuda yaşayacağı bir değerler düzenine ve inanmaya gereksinim duyar. Maneviyat, insan ruhunun, kendine ve başkalarına mutluluk veren sevgi, şefkat, sabır, hoşgörü, affetme, uyum duygusu ve sorumluluk nitelikleriyle iletişim kurmasıdır. Maneviyat doğuştan bir insan yeteneğidir. Sadece yaşamsal gücümüz değil, bu yaşamsal gücü deneyimlememizdir. Her ne kadar bu yaşamsal gücü yaşamak, deneyimlemek bizim bir parçamız olsa da, aynı zamanda bizi aşmaktadır. O bizi doğaya ve hayatın kaynağına; Yaratıcıya bağlar.
Bu bağdan güç alarak, Kur’an’dan bir duayla iki dünyamızın bayram olmasına niyet ediyorum.
“…Rabbimiz bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver. Bizi içimizi yakacak her türlü acıdan, ateşten koru. Sen şefkatli olanların en şefkatli olanısın” (Bakara,201)
DÜNYA VE AHİRET HAYATI ARASINDA DENGE...
SORU: Dünya ve ahiret arasındaki dengeyi nasıl kurabiliriz? SEVİNÇ POSTALCIOĞLU
Kuran-ı Kerim’e göre insan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir-temsilcisidir. (Bakara,30) Dolayısıyla bütün varlıklara ve yeryüzüne karşı sorumludur. Her insan diğerlerinden farklıdır ve kendine özgü özellikleri bakımından da tekdir. (İsra 17/84) İnsan diğer varlıklara nazaran mükemmel bir yaradılışa sahiptir. Allah’ın sıfatlarından yansımalar taşımaktadır. Varlık âlemi içinde Allah’ın isimlerinin en kapsamlı tecelli ettiği varlık insandır.
Hayat iki dünyayı kapsar
Kuran’a göre hayat iki dünyayı da kapsar. Zariyat suresi 56. ayette Yüce Yaratıcımız insanın yaratılış amacını şöyle sunmaktadır: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”.
Kur’an’ın temel kavramlarından olan “ibadet”in doğru anlaşılması amacıyla, tefsir alanında yapılan çalışmalarda “a-b-d” kökünün anlamı incelenmiştir. İbadet “Allah’ın insana verdiği potansiyel güçlerini fiile dönüştürmesidir, insanın kendini gerçekleştirmesidir. İslam dininde bütün yeryüzü ibadet alanıdır. Çalışmak, üretmek, yeteneklerini geliştirerek insanlık için iyi işler yapmak ibadettir. Namaz, oruç, tövbe ve dua gibi, Allah’ın insanlardan istediği her şey, kişiyi arındırmaya ve yetkin insan yapmaya yönelik eğitim araçlarıdır, insanın iradesini güçlendirerek, potansiyelini kullanmasını kolaylaştırırlar.
İnsan seçme gücüne sahiptir. Seçim Arapça ihtiyar kelimesiyle ifade edilir. Muhammed Attass, Tercih etme (ihtiyar) kelimesinin İngilizce’ye sürekli choice (seçme) olarak tercüme edildiğini ifade ederek, aksine, ihtiyarın, sadece seçme anlamını kastetmediğini şöyle açıklamaktadır: Anlam olarak aynı kökten türemiş olan “ihtiyar”kelimesine bağlı olan ve iyi anlamına gelen “hayr” kelimesi önem kazanmaktadır. Kötü olana doğru yapılan bir tercih, seçim değildir. Özgürlüğü, doğal ve tabiatımızın gereğine uygun hareket etmek olarak açıkladığımızda, özgür seçim olarak adlandırılabilecek olan, sadece iyiye doğru yapılan tercihtir. Bu dünyadaki hayatımızı Yaratıcımızla bağ içinde, çalışarak üreterek, varoluşumuzu unutmadan, insanlığa faydalı işler yaparak yaşadığımızda denge kendiliğinden gerçekleşir.
Nice bayramlar dileğiyle…