Umutlarının gerçekleşeceğine güvenmeyi, buna inanmayı öğrenenler, inandıkları şeyi kendi dünyalarında gerçeğe dönüştürecek şekilde davranırlar
Günümüzde, bireysellik ve kişisel menfaat üzerinde daha çok durulmakta, bize hayatımızın amacının mutluluk (ya da teolojik bir deyimle, kurtuluş) değil, görevimizi yerine getirmek ya da başarı kazanmak olduğu öğretilmektedir. Madde, saygınlık ve güç kazanma isteği, hem bizi bir şeyler yapmaya götüren bir kuvvet -bir itici güç- hem de hayatımızın amacı olmuştur.
Böyle bir ortamda, psikoloji biliminin verileriyle, manevi değerleri bütünleştiren din psikolojisi bilimine önemli görevler düşmektedir. Değerlerden yoksun olmaktan kaynaklanan değer sayrılıklarına, ilkesizlik-yasasızlık, duyarsızlık-ilgisizlik, ümitsizlik, aşırı kuşkuculuk gibi çeşitli adlar verilmektedir ve bu bedensel bir rahatsızlığa da dönüşebilmektedir. Bu hastalığın çözümü ise çok açık; inanabileceğimiz, ‘inanılması ve sadık olunması’ öğütlendiği için değil, doğru olduğu için inanabileceğimiz ve kendimizi adayabileceğimiz, geçerliği olan, gerçek bir değerler dizgesine gereksinim duyuyoruz. Deneysel temellere dayanan böylesi bir dünya görüşü, en azından kuramsal açıdan, artık gerçek bir olasılık olarak karşımızda duruyor. İnançsız bir hayat, yaşamın kendi zenginliklerinden kopuk ve yalıtılmış, donuk, çorak bir kayıtsızlık alemine dönüşebilir. Ancak, Aristo’ nun tespit ettiği gibi, makbul olan ‘uygun’ duygudur, yani koşullarla orantılı biçimde hissedebilmektir. Duygular fazlasıyla bastırıldığında donukluk ve uzaklık yaratır; kontrolden çıktığında, aşırı ve ısrarlı, patolojik bir hale gelir. Kişiyi felç eden baskın kaygılanmada, öfkeye dönüşen kızgınlıkta olan da budur.
Umutlu kişilerin kendilerini motive edebilme, hedefe ulaşmaya yeterli becerilere sahip olduklarını hissetme, köşeye sıkıştıklarında kendilerini daha iyi günlerin geleceği düşüncesiyle yatıştırabilme, hedeflerine ulaşmak için değişik yollar bulma esnekliğini gösterebilme, olumsuzluğu gördüklerinde hedef değiştirebilme ve zor bir işi baş edilebilir küçük parçalara bölebilme gibi ortak özellikleri bulunur.
V. Havel’ in sözüne kulak verelim.
“Ümit ne iyimserliktir ne de bir sonucun iyi olacağına dair güvendir. Sonuç ne olursa olsun, olan her şeyin bir anlamı olduğuna inanmaktır.”
İnanç, hem olaylara anlam vererek algılayışımızda ve olayları açıklayışımızda oldukça etkilidir hem de bireylere gelecekle ilgili umutlu olmada yardımcı olarak psikolojik sağlığına pozitif katkı sağlar. Kur’an-ı Kerim’ de Yüce Rabbimiz umudumu besleyen ayetlerle seslenir bize:
“ Onlar İbrahim’e: ‘Biz sana Hakk’a dayanarak müjde veriyoruz; o halde sakın, umutsuzluğa düşenlerden olma!’ diyerek karşılık vermişlerdi. Bunun üzerine O da: ‘ Rabbinin rahmetinden dalalette olanlardan başka kim umut keser ki?’ demişti”.(Hicr, 55-56)
Komşu tavafta görür...
Bir diğer rivayette ise, Sarıkız Sultan’ın mahallesinde hac zamanı gücü yeten herkes hacca gider. Eskiden haca develerle, atlarla veya yürüyerek gidildiğinden uzun zamanda ve kafilelerle gidilirdi. Hacca gitmeye de herkesin gücü yetmez. Sarıkız Sultan’ın mahallesinde hacca giden bir komşusu orada tavaf ederken Sarıkız Sultan’ı görür. Sarıkız Sultan’ın durumunun iyi olmadığını bilir. Sarıkız Sultan’ın ermiş olduğunu anlayan komşu, memleketine döndüğünde ‘Ben Sarıkız’ı hacda tavaf ederken gördüm’ diye herkese anlatır.
Mağarada kaybolma
Bunu duyan halk akın akın Sarıkız Sultan’ın evine gider. ‘Aç kapıyı senin yüzünü göreceğiz’ diyerek kapısına dayanır. Allah tarafından kendisine verilen keramet öğrenildiği için korkan Sarıkız Sultan kapıyı açmaz. Gece sessiz sedasız gidip tepedeki mağaraya sığınır. O mağaradan da Sarıkız Sultan’ın çıktığını kimse görmez. Zamanla oraya türbe gibi yatır yapılır.