Kürt açılımından ilk söz edildiğinde benim şöyle bir sorum vardı: “Türk’ün Kürt’e açılımı iyi güzel hoş da Kürt’ün Kürt’e açılımı ne zaman olacak acaba?”
Demek istediğim şu idi: Kırsaldaki yoksul Kürt kadının ve kızının durumu ne zaman insani düzeye gelecek? Dünyanın en kötü koşullarındaki kadınlar sıralamasında başa güreşiyor Kürt kadını. Köleden pek bir farkı yok.
Ve bu kimsenin umurunda değil! Çok tuhaf bir şey ama köle koşullarında yaşayan bu kadınlar kendi kaderleriyle baş başa bırakılmış durumda. Yılda bir kez herkesin tüylerini diken diken bir cinayet veya tuvalete kapatılıp ölüme terk edilme haberleri dışında ne oluyor ne bitiyor... Bilmiyoruz. Bilmediğimiz gibi bilince de ne yapmamız gerektiğini bilmiyoruz. Başka bir ülkenin başka bir halkının kadınları gibi görüyoruz onları.
Ne ilginçtir ki yakın geçmişe kadar “Kürt asimilasyonu” için her tür önlemi alan devlet, yoksul Kürt kadınlarının durumunu düzeltmek adına hiçbir politika geliştirmiyor. “Biz Kürt’ü ezerken Kürt de Kürt’ü ezsin” denmiş ve bırakılmış. Durumu, en azında eğitim sağlama yoluyla ele alan ve düzeltme çabasına giren yine sivil toplum kuruluşları oluyor. “Baba beni okula yolla” kampanyalarını yine şirketler yapıyor.
Geçtiğimiz gün verdim size rakamları. Tarımda, 400 bin çocuk işçi olduğu tahmin ediliyor. Göçer mevsimlik tarım işçilerinin çok büyük bölümü yoksul Kürt aileleri, bir bölümü de yine yoksul Romanlar. Bu çocukların yarısının (ve anladığım kadarıyla da bu yarının çoğu kız) kimliği yok. Kimlikleri olmadığı için aşıya çağıran, okula çağıran, ne oldu bu çocuğa diyen de yok. Doğuyor, hasbelkader yaşıyor, sonra çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor... Sonra belki çocuk yaşında ölüp kalıyor ama bundan ne devletin ne bizim haberimiz oluyor. Zelal ne yaşar ne yaşamaz...
Çok korktuğumuz Taliban tarzı yaşam, yüzyıllardan beri doğunun kırsalında gümbür gümbür sürüyor. En az 5 milyon kadın(ımız) bu topraklarda hesapça İslam, çokça töre adına köle tarzı berbat bir yaşam sürüyor.
Ben açıkçası, bundan çok rahatsız oluyorum. Varsayımsal tehlikelerden endişelenmek yerine mevcut durumdan rahatsız olmak ve bununla mücadele etmek gerektiğini düşünüyorum. Bir ülkenin azımsanmayacak büyüklükte bir bölümünün çokçok yoksul, çokçok cahil ve bundan kaynaklı olarak çokçok gayrı medeni olması her tür ilerlemeyi yaralar hatta “geçersiz” kılar. İstanbul’da 400 kilometrelik metro ağı olmuş, kanal açılmış, üçüncü havaalanı açılmış kimin umuru! En yoksulundan başlamak şartıyla... Önce insan!
Zelal ne yaşar ne yaşamaz
Haberin Devamı