Haberin Devamı
Sabah dokuz ve biz Semadirek (Samothraki) Adasına doğru giden vapurdayız. Selanik’teki on günlük dil semineri bitti ve ben 20 yıl aradan sonra seminerde karşılaştığım fakülte arkadaşımla yollara vurdum kendimi. İki kız üç gündür Selanik’in güney doğusundaki Halkidiki Yarımadalarını dolaşıyoruz. Kassandra, Sithonia, Athos... Şimdi ada yolcusuyuz.
Gökyüzüne bakıyorum: derin...
Denize bakıyorum: mavi..
Ağaca bakıyorum: yeşil...
Niye bunları söylüyorum? Çünkü İçişleri Bakanımız İNŞ (İdris Naim Şahin), “mavi gökyüzüne, yeşil ormana bakarak” yazdığımız yazıları bize “yedireceğini” söyledi evvelki gün.
“Almış kalemini eline içiyorsa purosu, içiyorsa içeceğiyle beraber gökyüzünün derinliklerine, denizin maviliklerine, ağacın, bahçelerin yeşilliklerine karşı bakarak yazı yazanlar, fikir üretenler, büyük ulema, büyük mütefekkir grubu. Allah aşkına siz nerede askerlik yaptınız? Yaptınız mı? Yaptıysanız nerede yaptınız? Siz namlunun ucundan hiç baktınız mı? Karşıdaki namlu size hiç doğruldu mu? Allah aşkına bilmeden mi yapıyorsunuz, yoksa korkarak mı yapıyorsunuz? Ağzına tıkarım o yazıları ben senin..”
Ben şahsen puro içmiyorum, askerlik de yapmadım ama mavi gökyüzüne bakarak yazılarımı yazıyorum. Zira gökyüzü mavidir ve öyle olmalıdır.
İnsanlara mavi gökyüzü yerine kara toprak veriyorsan bu senin hatandır. İnsanlara yeşil orman yerine yanmış kara orman veriyorsan bu senin hatandır. İnsanlara tatlı bir bayram yerine kanlı bir bayram veriyorsan bu senin hatandır.
Bu ülkedeki herkesin mavi gökyüzü altında turkuvaz bir denize bakarak çayını kahvesini veya içkisini huzur içinde yudumlama hakkı olduğunu düşünüyorum. Temelinde bu kadar basit, bu kadar naiftir isteğim.
Zaten bütün kıyamet de bundan kopmu-yor mu?
Bakanımızın anlamadığı mavi gökyüzü yerine kara topraklara bakarak yaşayan insanlardan korkulması gerektiği. Mavi gökyüzünden memnun insanlardan değil. Ben mavi gökyüzümü, yeşil ağacımı herkesle paylaşmak istiyorum. Ülkenin tamamının mavi gökyüzü altında yemyeşil olmasını istiyorum.
Bu mudur suçum?
Bu yüzden mi “yiyeceğim” yazılarımı?
Sayın Bakan! Yazılarımı yemeğe hazırım.
Bu ülkeye barış getirin, herkese mavi gökyüzü altında eşit değer ve eşit fırsatlar verin, herkes aynı mutlulukla ağacın yeşilini, denizin derinliğini, denizin maviliğini görsün ben yazdıklarımı yerim.
Bayramda ölen Antep’teki çocuk geri gelmeyecek. Ölen 30 bin insan, kayıp 17 bin insan da geri gelmeyecek.
Deyin ki savaş bitti, bundan sonra tek kişi öldürülmeyecek, öldürmeyecek ben tüm yazılarımı yerim.
Hadi bizi beğenmiyor, hor görüyor dinlemiyorsunuz. Namlunun ucundakini de dinlemiyorsunuz. Şehit anasını, kayıp anasını da dinlemiyorsunuz. Tamam, “çok biliyorsunuz” anladık, o zaman kendi bulduğunuz bir yöntem olsun. Ama 28 yıldır yapılanın aynısını yapmaya devam edip terörün durmasını ummanızı takdir etmemizi beklemeyin bizden.
İnsanları köylerinden atıp, yeşil ağaçlarından koparıp kapkara şehirlere tıkıp, tepelerine durmadan bomba atıp sonra da mutlu olmalarını da beklemeyin.
Başka bir yöntem gerek. Ve bunu da bulamadınız, bu kadar basit.
Bizlere ettiğiniz lafın bir önemi yok. Bu hükümetin Yıldırım Akbulut’u da sizsiniz, anladık. O lafın aynısını bizden biri etse avukatlar ordunuz o yazarı mahkemeye verir, muhakkak surette mahkûm ettirir ama basın size daha büyük bir ceza verdi: Ciddiye almamak.
Fakat bu lafları eden bir kişinin iç işleri bakanı olması da tüm umutları söndürüyor, ayrı.
Kavafis’in dediği gibi nereye gidersen git ülken arkandan geliyor. Tepende mavi gökyüzü varmış, önünde nefis bir kalamar tava varmış bir şey değişmiyor. Dünyanın neresinde olursan ol, ne yapıyorsan yap ülkenden kara haberler geliyorsa yeniden ve yeniden üzülüyorsun.
Anladık ki mavi gökyüzü altında üzülmek de artık kusur.