Şüpheli Ufaklığın Maceraları – 1

Haberin Devamı

Son yazımı (“Şüpheli ufaklık”) yazdığımdan bu yana çok acayip gelişmeler oldu arkadaşlar. Bu yazıyı sol memede ve koltuk altımda yara bantlarıyla hastane yatağımda yazıyorum...

Diyeceğim ama o bile değil! Herkes Deniz Uğur’la an be an ilgilenirken, ben ünsüz bir köşe yazarı olarak teşhis edildim, ameliyat oldum, taburcu oldum, şimdi “hasta” taklidi yapıp misafir ağırlıyorum iyi mi!?

Hey allahım!

Ama galiba her şeyi baştan anlatmakta fayda var.

***


Her şey mamografi zamanımın gelmesiyle başladı. Üzerinize afiyet, bizim anne tarafı kanseri çok sever. Dedem, anneannem, annem... Pek sevdiğim bir şey değilse de 40’ımdan sonra her yıl mamografi ve meme ultrasonuna gidiyorum düzenli olarak. Bugüne kadar dikkat çekici bir şey çıkmadı.

Özel sigortam Memorial Hastanesiyle anlaşmalı ve orada her yıl bir adet mamografi ve ultrason hakkım var.. Mış diyeceğim zira salak ben, bunu ancak 6 yıl sonra öğrendim. Önceden randevu alarak geçen çarşamba bu hakkımı kullanmak için güle oynaya (bedava ya!) hastaneye gittim.

Radyolog Doktor Banu Türk hanım büyük bir özenle beni ultrasonla muayene etti. Ardından mamografi aletine girdim.

Her zamanki gibi “Yok bir şey” denmesini bekliyorum ama öyle olmadı. Doktor Hanım bir şüpheli ufaklık buldu..

Cumartesi genel cerrah Doktor Sertaç Demirel muayene etti ve hemen MR istedi. Pazartesi MR’ım çekildi (o gün Deniz Uğur’un meme kanseri olduğunu öğrendik)... Çarşamba günü genel cerrah doktor Abdullah İğci ile Sertaç bey bir konsültasyon yaptılar... Veeeee...

Cuma günü ameliyat olmamı istediler.

Biyopsi yok mu? Bu ne acele?

Doktor dedi ki: “Bu kistin tipi bir hayli bozuk. Biz bunu biyopsiye bile gerek görmeden almak istiyoruz. Ama yüzde 95 iyi huylu çıkacaktır, hiç merak etmeyin. Ameliyat sırasında frozen tekniği ile patolojisi yapılacak, kötü huylu çıkarsa en yakın lenf bezinizi alıp onu da inceleyeceğiz. Ama dediğim gibi ihtimal çok küçük..”

İyi ne yapalım.. Öyle olsun..

***


O kadar rahat o kadar rahatız ki... Perşembe gecesi arkadaşları çağırdık, yemekler yedik, geç saatlere kadar oturduk, kah kah, kih kih falan..

Daha da komiği: Refakatçim olacak olan ablam ertesi sabah beni erkenden uyandırmaya bile lüzum görmedi!

Bir kalktım, şapkası başında yürüyüşe gitmeye hazırlanıyor!

“E ama sen bana ameliyat saat birde dedin!”

Yahu maniküre mi gidiyoruz?! Ameliyat hazırlığı diye bir şey! Hiç bir şey yapmasalar kan testi yaparlar, tansiyon ölçerler, yüz on sekiz adet alerji sorusu sorarlar falan filan. Ki bizim vakamızda bir mavi boya olayımız da var. Bünyeye radyoaktif alacağız daha ki ameliyat sırasında lenf bezlerini kolayca bulsunlar..

Neyse ben yanıma bir yedek don bile almadan fırladım gittim hastaneye.

Beni otoyol manzaraları odama yerleştirdiler, malum anestezi sorularını sordular, kan aldılar, dünya kadar kağıt imzalattılar.. Bu kadar da değil! Nükleer tıp bölümüne mavi su zımbırtısı için giderken tekerlekli sandalyeye oturttular ki en eğlendiğim bölüm buydu. İki de bir hemşire hanımdan kaçıp kendim sürdüm sandalyeyi. Asansörde kendi etrafında spin atma numaraları, yakışıklı doktorlara güya yanlışlıkla çarpmalar falan... (Ve fakat yine ve yine bir doktorun ilgisini çekmeyi başaramadım...)

Demek istediğim ben ameliyata pek bir neşeyle girdim... Ameliyat kapısından refakatçilerime hastanenin kafesinde milföy yemelerini bile önerdim falan..(Bir hastaneyi milföyüyle öveceğimi de hiç tahmin etmezdim..)

***


Derken yemyeşil kırlarda, çok güzel bir ineğe doğru (nedendir bilinmez) neş’eyle koştururken ben... Uyandırdılar. (Narkoz kafası da ne güzel bir şeymiş... Bıraksalardı kim bilir daha neler görüyor olacaktım..)

Ameliyat bir saat sürmüş.

“İyi misiniz..?” “İyiyim..” “Ameliyat çok iyi geçti..” “Aman ne güzel..” “Hadi yukarı çıkalım” “Hadi çıkalım..” “Bu kaç?” “Yüz on sekiz” “Heh höh..”

Ama bi dakaaa... Koltuk altımda DA iki yara bandı var...

“Ne bu?”

“Onu doktor bey size açıklayacak..”

***


Hadeeee... “Doktor beyler/hanımlar size açıklayacak” dediler mi bil ki babayı yemişsindir...

Yarın devam edeceğiz...

DİĞER YENİ YAZILAR