Benim hayat sevincim olan bir ağaç vardı. Kavruk bir erik ağacı. İki bahardır (zira iki yıldır bu evde oturuyorum) mutfak penceremden onu izliyordum. Her yıl, ezik büzüklüğüne bakmadan çiçek açar sonra da meyve verirdi. Benim açımdan bir sanat eseriydi. Yamuk yumuk büyüdüğü için “ikebana” gibi bir şey olmuş... Çiçek de açınca, küçük mutfak penceremin kadrajında tam instagramlık bir kare oluyordu.
Bu yıl da açtı. Demiştim ya doğanın hep umudu vardır. Ülkenin politik gündemine hiç aldırmaz... Biraz daha çiçeklensin de öyle çekeyim fotosunu dedim. İki sabah önce uyandım, çayı demledim, pencereden ona baktım...
Yoktu!!!
Biri çiçekleri üzerindeyken kesmiş!!!
O ufacık, kimseye zararı olamayacak ağacı kesmişler!!!
Önce acaba yanlış yere mi bakıyorum dedim. Gözümü kapatıp, dün tam o saatte yaptıklarımı düşündüm. Tam olarak nereye bakıp gülümsediğimi hatırlamaya çalıştım. Gözümü açtım. Evet tam orasıydı. Zavallının ölüsünü bile anında yok etmişler...
Önce gidip hesap sorayım dedim. “Sen benim yaşam sevincimi nasıl kesersin!.. Ufacık gölgesinden mi korktun! Bari hazır çiçek açmış, bu yıl da meyvelerini verseydi” diye çıkışayım dedim. Elim montuma gidiyordu ki...
Vazgeçtim... Gözümün önüne, kaldırım kenarında elimde kanlı bir bıçak ile oturduğum geldi. Komşular ihbar etmiş, polisten önce muhabir arkadaşlar gelmiş ve şunu soruyorlar:
“Namus cinayeti mi hanfendi?”
Hanfendi demezler herhalde bir katile. Ne derler? Gençse “abla” diyecektir.
“Namus cinayeti mi abla?”
“He namus cinayeti.”
“Irzınıza mı geçtiler?”
“Benim değil. Doğanın”.
“Doğa kim? Kızınız mı?”
“.....”
Bir ağaç uğruna kavga edip bu hallere düşmek gayet mümkün... Abuk subuk bir şekilde haber olmak da şey üstünde tüy diyelim...
Derin derin nefes aldım ve ağacı unutmaya çalıştım. O erik ağacına karşılık beş başka ağaç dikmeye yemin ettim ve poğaçama yumuldum. (Boşuna balıketi değiliz... Bu halk yapıyor beni böyle) Gitmiş bir ağaç için sinir bozmak yerine inadına inadına ağaç dikeceğim. Dedim. Hem de tam da o hıyarın dibine dibine...
Fakat bir insan çiçeği üzerinde bir ağacı neden keser diye düşünmeyi ne yazık ki durduramıyorum. 3 gündür bir yandan evlatlık/koruyucu annelik işlemlerini yapıyorum (sana “deli değildir” raporumla geliyorum yavrıııım!) bir yandan bunu düşünüyorum. Empati çağına falan girdik ya şimdi milletçek, burada empati yapamıyorum mesela.
Manzarasını bozmuyor. Pisliği, tozu, yaprağı kendi bahçesine değil doğrudan benim arabamın üzerine düşüyor. Yani aslında ağacın ceremesini çeken benim. Bu durumda neden kesilir o capacanlı mahluk?
Bir gün mahallenin ağaç manyağı deli teyzesi olacağım diye ödüm kopuyor. Basında Ömür Gedik bir, Mutlu Tönbekici iki. Biri hayvancı biri bitkici...
Bu evlatlık bir an önce gelse iyi olacak. Ağaç peşinde koşarken hiçbir ciddiyetim kalmıyor köşecilik aleminde...
Neyse. Sinirler sağlam kalsın, lazım olacak...