İki gün önce Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Türkiye’de Nüfus ve Aile Politikaları başlığı altında aralarında benim de olduğum küçük bir grup gazeteciye bir sunum yaptılar.
Türkiye’de bildiğiniz gibi nüfusun “yaşlanacağına” dair bir endişe var. Çoğalıyoruz çoğalmasına ama azalan bir ivme ile. Aileler artık iki çocukta kalıyor. Bu bir süre sonra nüfusun sabit kalması ve yaşlı yani çalışmayan nüfusun çalışan nüfustan daha fazla olması anlamına geliyor.
Türkiye’nin bir de 2023’te “dünyanın ilk 10 ekonomisi” arasına girmek gibi bir hedefi var. Kişi başına milli geliri 25 bin dolara çıkartmak için türlü türlü çalışmalar yapılıyor veya yapılacak. Benim anladığım şu: O kadar çok yatırım olacak, o kadar çok iş yeri açılacak ki neredeyse tüm nüfusun çalışması gerekecek. Çalışabilen tüm erkekler çalışsa dahi yetmeyecek. Kadınların çalışma hayatına daha çok girmesi gerekecek.
Mevcut durumda kadınların sadece yüzde 30’u çalışıyor. Her 10 kadından 7’si çalışmıyor. Daha çok kadının çalışma hayatına girmesi ise daha az çocuk doğrulması anlamına geliyor zira çalışan kadının çocuklarını bırakabileceği yerler ya yeterli değil ya da ekonomik anlamda ulaşılabilir değil. Yani paradoksal bir durum söz konusu.
Bunu çözmek için türlü çözümler getirilmeye çalışıyor. Doğum izinleri yeniden düzenleniyor, doğum yapmış ailelere yardım düşünülüyor, kreşlerin sayısı arttırılmaya ve daha ulaşılabilir hale getirilmeye çalışılıyor. Ayrıca işverenlerin doğum izni artmış ve esnek çalışma saati uygulamasına gitmesi teşvik edilen kadınları “çalıştırmama” eğilimini de kıracak önlemler alınmaya çalışıyor. Zira bu kadar külfetli bir elemanı kim ne yapsın?
Bu arada asıl hedefin de “eğitimli” ailelerin daha çok doğurması zira istenen işgücü lalettayin bir iş gücü değil nitelikli bir iş gücü. Yani okumuş etmiş uzmanlaşmış insanlara ihtiyaç var.
İşte esas paradoks da burada. Mevcut Türkiye, “eğitimli” bir kadını en az üç çocuk doğurmaya ikna edebilir mi? İstedikleri kadar para versinler, istedikleri kadar doğum izni versinler, istedikleri kadar çalışma saatlerini esnetsinler “mesele” sadece ilk 3 yıl mıdır ki?
Her şeyden önce şehirlerimiz hiçbir şekilde çocuk ve aile dostu şehirler değil. Avrupa’nın en biçimsiz ve en gürültülü kentlerinde yaşıyoruz. (Bebek uyutmaya çalışanlar demek istediğimi bilir) Hani nerede egzoz dumanı altında olmayan çocuk parkı? Hani nerede bebek arabası sürebileceğin özel yollar? Hani çocuğunu güvenle bırakabileceğin sokaklar?
İnsanlarımız da çocuk dostu değil. Ben Avrupa’da doğdum ve büyüdüm ve çocuk dostu toplum denen şeyi çok iyi biliyorum. Çocuk hiyerarşinin en üstündedir. Önce çocuğun yararı düşünülür. Evler, sokaklar, okullar, toplu ulaşım, trafik hepsi çocuğa öncelik verir. Ama insanların içinde de vardır bu. Yaya geçidinde bir çocuk karşıdan karşıya geçmek istiyorsa neredeyse bütün şehir durur! Market kasasına bir çocuk geldiği zaman herkes geriye çekilir ve “çocuk müşteri” sıranın en önüne geçer. Akla hayale gelebilecek her şeyin bir çocuk versiyonu vardır. Bizde IKEA dışında bir Allah’ın işletmesi çocuk klozetini, çocuk lavabosunu akıl ediyor mu? Bebek alt değiştirme yeri bile yok çoğu yerde.
Çocuk, engelli gibidir Türkiye’de. TOKİ 25 katlı binalar yapıyor ve asansöre de şu tabelayı asıyor: “12 yaşından küçük çocukların bir yetişkin olmadan asansöre binmesi yasaktır!”
Hadi bunları geçelim diyelim. Avrupa’nın en kötü okulları bizde. Hepsi son derece itici, çirkin, soğuk. Bahçe dedikleri yerler beton kaplı zeminler. Sınıflarda hâlâ en rahatsız, en anti ergonomik tahta sıralar. Eğitim desen yine Avrupa’nın en kötüsü. Matematikte durmadan dökülüyoruz. Hadi matematikte ben de kötüydüm ama yabancı dil? Bu kadar mı berbat olur? Üstelik adı Anadolu Lisesi olan liselerde bile.
Demek istediğim... Hükümet eğitimli insanların doğurmasını istiyor ama “nitelikli iş gücünü” yaratma yükünü de aileye yüklüyor. Dört çocuğunu da “koleje” verebilecek babayiğitler de ne yazık ki pek yok. Ben bile, koruyucu ailesi olduğum tek çocuğumu en iyi nasıl okutabilirim derdindeyim şimdiden. Neden bu endişeyi 3’e katlayayım?
Meseleye bu açıdan bakmaları lazım.
Niye doğuralım ki?
Haberin Devamı