Meğer yanlış ata... pardon... kuşa oynamışım.
Bahar aylarında hatırlarsanız kafayı kumrulara takmıştım. İlle de gelsin bir kumru ailesi, yuva kursun evimin bir tarafına istemiştim.
Hatta komik şeyler de yapmıştım. Cam önlerine içi çaput dolu yoğurt kapları, sepetler, terlikler bırakmıştım...
Bir öğleden sonra, penceremden bir çift kumru bile girmişti içeriye. Kendilerine ev bakıyorlardı besbelli ama misafirperverliğin de bir hududu var. O kadarını da kabul etmemiştim.
Hoş, çok ısrar etselerdi onu da kabul edebilirdim. Hayır diyememek, malını mülkünü, parasını pulunu herkese dağıtmak gibi bir huyum var. Enayi miyim veya cennette yerim hazır mı bilmiyorum. Onun hesabıyla yaptığım bir şey değil.
Hiç tanımadığım ama sadece yazıştığım okurlarıma evimi açmışlığım, arabamı vermişliğim var...
Kumrular tekliflerimi kabul etmedi. Pencere önü “çakma” yuvalarım itibar görmedi. Hâlbuki berbat inşaatçılıklarıyla kurdukları güya orijinal yuvalarına göre çok daha muhkem sayılırdı benim önerilerim. Hiç unutmam bir defasına annemin balkonunda, çamaşır iplerinin üzerinde kurmuşlardı! Düşünün yani zekâ ve bilgi birlikteliğinin zavallılığını! Annem altına tül gerip adam etmişti de çoğalabilmişlerdi...
Üç gündür serçe çirp çirp’leri duyuyorum evimin içinde. Allah Allah nereden geliyor bu sesler derken keşfettim. Çatının altında tam köşede minicik bir boşluk varmış, oraya serçeler yuva yapmış! Baktım iki tane “kocaağız” anneciklerini bekliyor...
Nasıl sevindim, nasıl sevindim anlatamam. Evden çıkıp çıkıp yuvaya bakıyorum. Kimsenin bozabileceği bir yükseklikte değil ama yine de merak işte: acaba duruyor mu? Hemen altlarına bir su kabı koydum. Susuz kalmasınlar bu sıcakta diye... Acaba yem de koysam mı diye düşündüm ama sonra aklıma geldi. Kuşların vazifesi böcek, kurt toplamak değil midir?
Sen yem vereceksin, o haşerat da gereksiz yere çoğalacak. Sonra doğanın dengesi olacak Doğan’ın yengesi. (Bu bir fıkradan alıntıdır. Ama bu sıcakta anlatamayacağım.)
Demek istediğim... Ulan niye benim gibi insanlar azınlıkta?
Hadi ülkenin gidişatını ittir edeyim, kendimi börtüye böceğe vereyim diyorum ama memleket aynı zamanda azılı bir tabiat sevmez!
Yok kargalar konup çok gürültü yapıyor diye 250 yıllık çınar ağaçlarını keserler, yok manzara bozuyor diye 150 yıllık servi ağacının köküne asit dökerler, arabam zor giriyor diye meşe ağacını ikiye böler, böcek yapıyor diye çam ağacını keser...
Daha iki gün önce arkadaşım ağlayarak anlattı. Bahçesindeki ağaca âşık olup Sarıyer’de bir ev almış. On yıldır da ağaca bebeği gibi bakıyormuş. Budamasını, toprağını, gübresini özenle yapıp veriyormuş. Bir gün işten eve gelmiş ve ağaç yok!!! Kendi öz be öz, tapulu bahçesindeki ağaçtan söz ediyorum! Ortak bir alandaki değil... Komşusu olacak alçak, TOZ YAPIYOR DİYE ağacı kesmiş!!! Aklınız alıyor mu? Toz yapıyor diye!!! Sinsice bahçeye gir sen ve kes!
Ne yapacaksın? Ne yapabilirsin? Adamı dövsen suçlu olursun. Mahallemdeki ağacı kesiyorlar diye belediyeye telefon ettiğimde alay etmişlerdi benimle. Karakola şikâyet edeyim dedim orada da bir nezarethaneye atmadıkları kaldı beni. Azar kıyamet... Zaten ağaç kesmek dediğin on dakikalık iş.. Ama diyene kadar gitti...
Hoş kimi kime şikayet ediyorsun zaten.. Kaldırıma diktiğim ve dört yaşına kadar getirdiğim yasemin ağacını gözümüm önünde kökleyen belediyenin ta kendisi.. Utanmazlar! Üzerinde çiçekleri bile vardı...