3 gündür Van’daydım.
TACSO Sivil Toplum Kuruluşları için Teknik Destek Projesi çerçevesinde bölgede faaliyet gösteren kadın örgütleri yöneticilerine, üyelerine ve çalışanlarına verilen “Savunuculuk” eğitimini izledim. İzlemekle kalmadım, bir medyacı olarak Radikal’den Pınar Öğünç’le beraber medyacıları nasıl tavlayabilirsiniz konulu bir konuşma bile yaptım.
Savunuculuk yeni duyduğum bir kelime. Şimdi burada “ben her şeyi zaten önceden de bilirdim” gazeteci/köşeci kibri yapmayayım. Bir STK üyesi olduğum halde bu kelimeyi bilmediğimi itiraf edeyim.
İnsana başta uzak doğu sporlarını hatırlatıyor ama değil.
Peki ne demek o zaman “Savunuculuk”?
Şuymuş: Sivil toplum örgütlerinin ortak bir çıkar için herhangi bir kamu politikasını etkileme girişimi... Yani bugüne kadar kampanya, lobicilik vs diyorduk, bundan sonra onun genel adı savunuculuk.
(Daha iyi bir kelime olabilir miydi diye düşünmüyor değilim fakat henüz bulamadım. “Yenilenebilir” ve sürdürülebilir kelimelerine de alternatif bakıyorum hala. Var mı öneriniz diyeceğim ama benden başka dertli yok sanırım.)
Katılımcıların hepsi kadındı. Hepsi bölge insanı. Hepsi ya kendi hayatlarında yaşadıkları ya da etraflarındaki kadınların maruz kaldıkları mağduriyetler nedeniyle dernek kurmuş veya bir derneğe katılmış.
Kimi el sanatı eğitimi vererek kadına istihdam yaratıyor, kimi sağlık eğitimi veriyor, kimi kızların küçük yaşta evlendirilmelerini engellemek için kapı kapı dolaşıyor, kimi sığınma evi yönetiyor, kimi töre cinayetlerini durdurmaya çalışıyor, kimi çocukları okutmaya çalışıyor, burs arıyor, kimi bölge kadınları üzerinde sosyolojik araştırma lar yapıyor..
Kiminin başı açık kiminin örtülü.
Kimi kamuya bağlı bir STK’da kimi bağımsız.
Kimini n işi var kiminin yok.
Kimisi evli kimisi boşanmış . Boşanabilmiş.
On ayrı şehirden yirmi beş cevval kadın.. Ezici çoğunluk Kürt. İki dili de ustalıkla kullanabilen, tuttuklarını koparabilen kadınlar.
Üç gün boyunca her birini büyük bir ilgiyle izledim.
Van’ın en güzel oteli Tamara Otel’in en üst katında, onlar lobiciliği öğrenirken ben de onları öğrenmeye çalıştım.
Oturuşlarını, kalkışlarını izledim. Birbirlerini dinleyişlerine, birbirlerine onay verip itiraz edişlerine dikkat ettim. Söz konusu savunuculuk çalışmasında verilen rolleri nasıl bir katılımcı ruhu ve özgüvenle oynadıklarını izledim. Tek bir fırsatta bile sistemi eleştirmekten kaçınmayışlarına hayran kaldım. Kibirli ve umursamaz “batı” insanına olan sitemlerinin derinliğini hissettim. Kendileriyle olsun, başkalarıyla olsun herkesle şakır şakır dalga geçtiklerinde kahkahalarla güldüm.
3 gün boyunca şunu düşündüm.
Doğu kadını, bilinçlendiği zaman çok ama çok güçlü oluyor.
Bilinçli batı kadınından farklı bir hal onlarınki.
O ufacık esmer kadınlar dağ oluyor, deniz oluyor, fırtına oluyor. Tek bir yerde bile duraksamadan, yani’lemeden, gayet zengin bir kelime hazinesiyle dertlerini takır takır, insanın gözünün en derinine bakarak , başları dik ama kibirlenmeden, ezmeden anlatabiliyorlar.
Çekinceleri yok, utanmaları yok, öyle dersem böyle mi olur hesapları yok.
İzin verilse doğunun bütün sorunlarını sırtlanacak ve uzaya atabileceklermiş gibi görünüyorlar.
Öyle bir seferde hem de. Taksit taksit değil.
İnsanı etkileyen hatta ürperten bir kararlılıkları var.
O zaman diyorsun nasıl oluyor da bu cevval kadınların hemşerileri Zelal’ler, Güldünya’lar takır takır öldürülüyor? Kim nasıl bu kadınları ufacıkken başlık parasına (ortalama 8 bin lira imiş bu arada) satabiliyor?
Kim nasıl bu kadınları ezip geçebiliyor? “Erkekler kim olacak” deyip geçmek acaba hata mı?
Zaman Gazetesi yazarı Bejan Matur’un geçen günkü yazısı bu anlamda önemliydi:
“Töre cinayetlerinin işlenmesinde kadınların rolü görmezden geliniyor. Halbuki yaşanan örneklerden çıkarılan çarpıcı veriler var; belli bir yaşı aşmış, cinsel kimliğinden arınmış yaşlı kadınlar töreyi, ailedeki genç kadınlar üzerinde bir tür otorite kurmanın aracı gibi görüyorlar. Bu saiklerle töre kararlarına onay veriyorlar. Anaerkil motifleri hâlâ çok güçlü olan Doğulu toplumlarda kadının otoritesini ölümden değil, yaşamdan yana kullanabilmesi herhalde çok şeyi değiştirirdi. Kadınların, kadınların hayat hakkını savunduğu bir toplum inşa etmeliyiz..”
Tam da öyle..