Köşke iki sene önce de davet edilmiştim. Davetli listesine nasıl ve neden girdiğimi bilmiyorum. Yalana gerek yok: Türkiye’nin mühim yazarlarından biri değilim. Elinden geldiğince hakkaniyetli olmaya çalışan, kendi gibi şöhreti de ufak tefek bir yazarım sadece. Mühim olmak gibi bir gayem de hiç olmadı. Öyle bir gayem olsaydı nasıl olunur onu da bilmiyorum. Her neyse. Okay Bey’in (Gönensin) yorumuna göre Hanımefendi’nin kontenjanından olmalıyım. Âlâ! Benim de kendisine başından beri saygı ve sempatim var. Hem annem yaşasaydı eminim şöyle derdi: “Kızım iltifat etmişler, davet etmişler. Davet edildiğin yere gitmek gerekir.”
Gerçi gündüz olup bitenler çok sinir bozucuydu, bir ara gitmemeyi de düşündüm ama sonra Okay Bey’in otoriter “hadi, hadi”siyle peşine takıldım, gittim.
Resepsiyon denilen şey nedir peki? Adı üstünde bir kabul töreni. Siyasi yorumlar dünkü gazetelerde cayır cayır yapıldı. “Asker türban BDP bir arada” “Devletin zirvesinde barış” “Nihayet medeniyet” vs vs. Eh hakikaten de mühim bir buluşmaydı.
Ama buna buluşma mı demek gerekirdi veya “aynı çatı altında geçici bir süre bir arada bulunmak” mı tartışılır. Hatta tartışılmaz. Tam öyleydi.
Tören şöyle yapılıyor. Herkes elindeki kartta yazan kapıdan köşke giriyor. (Köşkün birkaç kapısı var) Sonra herkes nispeten daha küçük ön salonda toplanıyor. Orada sadece su ikramı yapılıyor. Bir saat kadar orada bekledikten ve herkes herkesi derin derin süzdükten sonra büyük salona açılan kapılar açılıyor. Kapıdan geçmeden önce herkes elindeki anons kartını görevliye veriyor. Anons kartının üzerinde davetlilerin adı ve sıfatı yazıyor. Cumhurbaşkanı ve eşi de salonun içinde, kapıdan 10 metre uzakta duruyor. Tam kapıdan geçer ve Cumhurbaşkanı ve eşine doğru yaklaşırken görevli, isim ve sıfatınızı anonluyor. Önce Cumhurbaşkanıyla sonra Hanımefendi ile kısa bir el sıkışma, hızlı bir “nasılsınız, iyi misiniz”... Hop tamam... Sıradakinin ismi okunuyor. Olay bu kadar. Bütün tantana bundan ibaret. Yeterince mühimsen (mesela genel kurmay başkanı ve eşi) foto muhabirleri şakur şukur foto çekiyor. Değilsen (benim gibi) kös kös devam ediyorsun...
Sonra? Sonrası izzet ikram ve dostlar birbirini görsün. Dostlardan biri gazeteciyse ağızlardan çıkan laflar sonra haber oluyor.
Bu sene, daha az genç davetli gördüm. Ya gelmediler ya liste değişti. AKP’liler eşli, BDP’liler eşsizdi. Asker eşleri zarif ama sanki biraz somurtkandı. Röfle, başörtüsü çekişmesinde röfle galipti.
Peki ne ikram edildi? Galiba her şey! Tepsilerle sürekli ama sürekli bir servis vardı. Geçen seferki kanepeler çok büyük, ısırmak gerekiyor, o da çirkin görüntülere (ve ruj silinmesine) yol açıyor dendiği için (haklılardı) bu sefer ikram edilen her şey tek lokmalıktı. Ağzına atmanla çiğneyip yutman yarım dakika. Hani “muhabbetin arasına girerse ayıp olur”, “biri beni hapur hupur yerken görürse çirkin olur” “ağzımdakini yutana kadar aptal bir boşluk olur” endişesi katiyen yoktu. Hadi kanepeler zaten küçüktür her zaman ama minik kürdan şişler, baş parmağım kadar mini minnacık içli köfteler, ceviz büyüklüğünde minnak hamburgerler hakikaten çok sevimliydi. Evcilik oynarken yaptığımız yiyeceklere benziyordu diyeceğim, umarım kimse yanlış anlamaz. Hepsi de çok lezzetliydi.
Bu arada hayatımda hiç bu kadar sık servise rastlamamışımdır. Hani tepsiyle yiyecek gezdirilen yerlerde daima aç kalınır ya. Burada tam tersine! Sağıma dönüyorum elindeki tepside ızgaralarla bir genç kız “ister misiniz?” diyor. Soluma dönüyorum elindeki tepside içecekler bir delikanlı “ister misiniz?” diyor. Önüme dönüyorum bu sefer başka bir genç kız kanepe ikram ediyor...
Fakat en komik bölüm içecek bölümüydü. Alkollü içecekler beyaz - kırmızı şarap ve viskiydi. Şarap da kanepeler gibi her kadehte tek yudumdu. (Bunun nedenini çok anladığımı söyleyemeyeceğim) Zenginlik, bildiğimiz nedenlerle alkolsüz içeceklerdeydi. İçecekler arasında klasik kola, limonata, portakal suyunun yanı sıra “armut suyu” da vardı mesela. Taze sıkılmış! Sonra narlı bir şerbet vardı. Yine ev, pardon köşk yapımı... Nasıl desem? Tepsiler gökkuşağının tüm renklerinde içeceklerle doluydu. Yiyecek ve içecekte ciddi bir tasarım çalışması yapılmış belli ki...
Gecenin en kadri bilinmeyen aktivitesi canlı müzikti. Sahneye baktığımda bir kemancının sadece hareketlerini görebiliyordum. Ses neredeyse yoktu. Zaten olsaydı da kimse dinlemeyecekti.
Sonra? Sonra topuklu ayakkabılar hanımların ayaklarını vurmaya başladı. Tiryakiler de huzursuzlanmaya. İki saat sonra da ufak ufak kaçılıp Ankara’nın rüzgarlı sokaklarına karışıldı...
Bu kadar...