Hatta artık olunmak zorunda! Zira deniz bitmek üzere!
Hop! Kaçmayın!
Evet bu bir balığın boyu yazısıdır!
Über hassas tosuncuklarınızı pis kaka ayıp şeylerden korumak için her tür yasağa “başımızın üstünde yeri var” diyorsunuz (o yasaklar neden yetişkinlere de uygulanıyor sormuyorsunuz) ama tosuncuklarınızın tosuncukları da balık nedir BİLSİN, ara sıra da YESİN deyince ben...
“Ay ama üff yaaa... gene mi balığın boyu, yumurtası yazısı.. ay ama sıkıldık yaa..” diyorsunuz, çinekopları lüp lüp yutuyorsunuz. (Görmüyorum sanmayın! Bu köşede gizli kamera var)
Üfflemeyin ve okuyun. (M.K.! Sen de!) Farzedin ki fikir değiştirdim, başıma saksı düştü, tosuncuk perver oldum ve onların geleceği için yazıyorum.
Bu sizi ikna etmediyse o zaman bu sefer yemek tarifi vereceğim diyeyim. (bkz: ürkütmeden okurun beynini yıkmak)
H H H
Şimdi şu: balık en çok lokantalarda “tüketiliyor”. Balıkların geleceğinin canına okuyan bu lokantalar. Havyarlar, bebek kalamarlar, çinekoplar, lüferler, mavi yüzgeçli orkinoslar... Tabağını 100 liraya satmak için yapmayacakları numara yok. Ne kadar ender bulunur o kadar pahalı zira.
Evet ama şart mı?
Rehber kitaplarında İstanbul’da gidilmesi gereken yerler arasında giren “Mikla” Restoranın sahibi ünlü şefimiz Mehmet Gürs, hafta başında bir grup gazeteciyi yemeğe davet etti.
Mehmet Gürs, Greanpeace’nin “Seninki kaç santim?” kampanyasını canı gönülden destekliyor.
Neydi bu kampanya hatırlayalım: Balıklar, olgunlaşıp yumurta bırakmadan avlanmasın, devlet avlanma boyları konusunda yeniden bir düzenleme getirsin, av yasakları layıkıyla uygulansın.
Mehmet Gürs’ün desteklemesi önemli zira Gürs, İstanbul mutfak dünyasına yön verenlerden. “Yalnız havyarla yaşanmaz” diyerek (Mario Simmel’in o zeka ve mizah topacı nefis kitabını okuyan ve hatırlayan var mı?) mutfağından en başta havyarı, sonra nesli tükenmekte olan ve yeterli büyüklüğe gelmemiş balıkları çıkartıyor. (Sözünü ettiğim kitap sonra “Papaz sadece pilav yemez” ismiyle de çıktı. Bulursanız okuyun. Yemek tarifleriyle cinayet çözülen
acayip bir roman..)
Mehmet Bey’in bize çıkardığı mönüde gariban balığı dediğimiz sardalya ve istavrit vardı. Sardalya benim ızgara yapıldığında da sevdiğim bir balık fakat Mehmet Gürs, başını kuyruğunu ve kılçıklarını aldıktan sonra ince açtığı fokaçiyo hamuruna sarıp kızartmasını yapmış. Yediğim en güzel şeylerden biri diyebilirim!
İstavriti ise az bezelye çorbasıyla birleştirip sundu. O da çok güzeldi.
Ne fark ettik? Az bulunur balıklara çektiğin numaraları bu balıklara da çekersen iyi bir mutfağın pekala olabiliyormuş!
Şart değilmiş yani son kalan fener balığını avlayıp illa da neslini tüketmek...
Mehmet Gürs, cesaretle elini taşın altına koymuş ve mutfağını ekolojik dengeye göre yeniden düzenlemiş.
Çok mu zormuş? Gördük ki değilmiş. Başkaları da pekala yapabilirmiş.
“Ama ben sardalyeyi 100 liraya kakalayamam” diyorsanız olmaz tabii..
H H H
Bu arada durmadan şikayet ettiğimiz Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Greenpeace Türkiye’nin yürüttüğü yoğun kampanyadan sonra Haziran başında, Greenpeace ve balıkçı kooperatif temsilcileriyle “istişare toplantısı” yapmayı kabul etti.
Konu: Balığın avlanma boyunu uzatmak ve henüz yumurtlamamış balıkların avlanmasını yasaklamak..
Aaa bak anası, babası! “Yasak” dedim.. Siz seversiniz bu lafı.. Bak bu cici yasak.. Sev onu sev sev.. Esas bunu uygulayın, uygulatın... Tosuncanlar adına..
Pekala kestim.. Şimdilik bu kadar. Dağılabiliriz.
(“Ee? Yemek tarifi nerede?” diyenler varsa fokaçyo hamurlu sardalya tarifini mail ile verebilirim.. Burada yer kalmadı!)
Havyarsız da gurme olunur!
Haberin Devamı