Ne kadar gençtik...
Hürriyet’in yedinci katında bir salonda, hep beraber çalışırdık. Hepimizin “büyümeye”, “parlamaya” “bir şeyler olmaya” çalıştığı yıllardı... Ayşe Arman bir köşede, Yurtsan bir köşede, Neyyire Özkan ve benim de içinde olduğum ekibi başka bir köşede... Gençtik. Yüzümüzde kırışıklıklar, içimizde hastalıklar yoktu... Yıl 1995... Yetişkin taklidi yapıyorduk...
Harala gürele günlerdi... Hürriyet’te kim “yeni”, “cins” “başka” bir şey yapacak olsa, Ertuğrul Özkök bizim salona yollardı. Bir sabah baktık, salonda yeni bir masa. Arkasında güler yüzlü bir delikanlı oturuyor. “Hoş geldin, beş gittin ne yazacaksın?” “İnternet..”
İnterneti duymuşluğumuz var ama görmüşlüğümüz yok. Gazeteye bağlandığını duymuştum ama girmem, bir gece yarısı, bilgi işlem merkezinde olmuştu. Bilgi işlem servisinden beni “sokmalarını” istemiştim internete... “Gündüz hatlar çok yoğun, gece gel” demişlerdi. Nasıl dönerim eve diye düşünmeden kalmıştım gazetede.. Çok zor bağlanmış, ya Kara Kuvvetlerinin ya ODTÜ’nün portalından bir iki sayfaya zor bela girebilmiştik iki saat içinde. İşte o yıllarsa Yurtsan, internet temalı koca bir sayfa yapmak için Ertuğrul Beyi ikna etmeyi başarmıştı...
Heyecanla okuduğumu hatırlıyorum yazdıklarını.. Çok yakında kitap ölecek, her şeyi netten okuyacağız diyordu... İnternete telefon hattından çılgın seslerle bağlandığımız yıllardan söz ediyorum... Bağlandıktan on dakika sonra hattın kesildiği yıllar... Deli gibi telefon faturasının geldiği yıllar... Ne kitap okuması? Dalga mı geçiyorsun? Ayrıca ne kadar anti romantik bir yaklaşım?
Kızmıştık...
Bir gün bizi yemeğe çağırmıştı. Ayşe (Arman), Esra (Yalazan) ve şimdi hatırlayamadığım bir kaç kişi daha. Çok güzel yemek yapardı... O günün mönüsü bacon’lu makarnaydı... Bacon o zamanlar Türkiye’de olmayan bir şey. O bir yerlerden getirmiş. Yine bir yerlerden getirdiği şarapları açmış içiyorduk bir yaz akşamı. Çok eğlendiğimizi, çok güldüğümüzü hatırlıyorum... Belki de tam bugünlerdi...
Sonra bize her zamanki güler yüzüyle 5. kattan düşüşünü anlatmıştı. Biz kulaklarımıza inanamamıştık! “Ne? 5. kattan mı düştün?” O gün makarnamızı yediğimiz balkondan 7 yaşındayken düşmüş meğer! Ama burnu bile kanamamış! Düştüğü yerden kalkmış, eve çıkmış ve annesine “anne ben düştüm” demiş! Annesi bayılmış kalmış!
Uçarken ne hissettin diye ısrarla sorduğumuzu hatırlıyorum... Fakat ne cevap verdiğini nedense hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım kıkır kıkır güldüğüydü... “Ben biyonik adamım, ölümsüzüm” diye şaka yapıyordu.
Ah be Yurtsan... 5. kattan düşüp sağ kalmış adamsın... 49 yaşında böyle erkenden gidilir mi?
“İnterneti Türkiye’ye tanıtan adam” diye geçiyor her yerde adı. Halbuki Yurtsan çok uzun zamandır hayata dair yazıyordu. Bazen kızıyordum ona. Amerikan muhafazakârları gibiydi. Küresel ısınmaya inanmıyordu. Yavru balık avının balık soyuna zarar getirmediğine inanıyordu. “Neo-con oldun iyice” demiştim bir keresinde. Gülmüştü.
Sinirine yenilmez isen saatlerce tartışabilirdin onunla... Taviz vermez, inandığını sonuna kadar savunurdu. Ama kavga etmezdi. “Yurtsan’ı sevdik ama anlamadık” demiş Haşmet Babaoğlu. Nedense aynı lafı Ertuğrul Özkök’de diyordu cenazede kameralara... Ben anlamadığımı hiç düşünmemiştim...
Güle güle Yurtsan... Güle güle çocukluk arkadaşım... Güle güle...