Haberin Devamı
Şimdi, memleketin en “havasız”, en “cool olmayan” şeyini söyleyeceğim: Bir haftadır Kuşadası’ndayım...
İyice madara olmamak için “tatilimi burada yapıyorum” demeyeyim de “bir arkadaşa bakıp çıkacağım” diyeyim hadi... Zira “havalı” bir köşe yazarı olmanın ilk yolu Alaçatı’dan, sonra da Bodrum’dan “bildirmektir”. “Hem havalıyım ama hem de alternatifim” deniyorsa, biraz biraz Ayvalık’dan da bildirilebilir. Ama o da mutlaka ve mutlaka Cunda’dan olacak. Memleketin geri kalan her köşesi banaldir, demodedir, na-serindir...
Bana komaz... Vakti zamanında Bodrum’dan da bildirdik, Alaçatı’dan da.
Derdimiz hava olsaydı başka nümerolar çekerdik şu hayatta...
“Bir arkadaşa bakıp çıkacağım” hadisesine gelince. Hakikaten de arkadaşım Kuşadası’nda oturuyor. Samos’tan Ada’ya (evet yerliler Kuşadası’na Ada der) geçince iki gün kalır öyle dönerim İstanbul’a dedim.. Ama tipik ben, kalış o kalış.
Arkadaşımın oturduğu site, Türkiye’nin belki de ilk yazlık sitesi. Çok güzel bir koyda, harikulade manzaralı bir yerleşim. Deniz nefis. Hemen aşağıda. Her sabah, kalkar kalkmaz mayolarımızı giyiyoruz, piti piti sahile yürüyoruz. Nuray kırmızı bonesini takıyor, ben yeşil korkunç şnorkelimi ve tam bir saat sabah yüzmemizi yapıyoruz... O iki nokta arasında düz doğru şeklinde, ben ise balık peşinde giderken slalomlar şeklinde...
Abicim maksat denize girmekse al buyur deniz! Dahası kahvaltıdan önce denize giremeyeceksem ne anladım ben sayfiyede olmaktan...
Tabii züğürt tesellisi de bir yere kadar...
Türkiye’nin en eski sitesi olunca sahipleri de Türkiye’nin en eskileri oluyor. Site, “geriatri servisi” gibi. Yaş ortalaması erkeklerde 74, kadınlarda 65. Herkes birbirine benziyor. Önce anlamadım bunu. Sonra aynı amcayı her yerde görmeye başlayınca fark ettim ki yaşlılık bir üniforma gibi! “Aynı” dediğim “amca” başka başka amcalardı. Fakat kiloları, saç kesimleri, saç renkleri, daima tıraşlı oluşları, ütülü bej pantolonları, bej kasketleri, insanın içine fenalık veren yürüyüş hızları, ellerini arkada bellerinin üzerinde birleştirmeleri, kendilerinden emin halleri ve nedendir bilinmez asık suratları o kadar aynı ki ben üç gün boyunca hep tek bir kişiyi gördüğümü sandım. Aynı saatte kalkıyorlar, aynı saatte kahvaltı yapıyorlar, aynı saatte denize gidiyorlar, aynı saatte dönüyorlar, aynı saatte öğlen uykusunu alıyorlar ve aynı saatte yakın gözlüklerini burunlarının üzerine takıp “sudoku” çözüyorlar... Sanırım Alzheimer’a iyi geldiğini düşünüyorlar...
Bunun güzel tarafı: Burada kimse selülitten söz etmiyor. Burada çok başka “kusur”lar var ama onlar da kimsenin umurunda değil..
Kötü tarafı: Yaşlılar aksi oluyor. Saç ne kadar beyazsa... Allaaaaah.... kaç oradan! Günaydın diyorsun, homurtu... İyi akşamlar diyorsun, başka bir homurtu... Homurtu gene iyi! En azından ciddiye aldı, mutluluk verici! Bazen o bile yok. “Sana mı selam vercem lan düdük” der gibi pis pis bakıyor ve geçiyor...
Öyle şen şakrak kahkahaları da sevmiyorlar. Sudokulardan kalkmış beş çift yakın gözlüklü göz, dik dik sana bakmaya başlıyor! Baktın, aldım mesajını, utandım bile hatta biraz, ok, önüne dön, değil mi? Yoook.. O bakış üç paragraf laf etmeden sudokuya hayatta geri dönmüyor! Büyük bir gaflet eseri ikinci kahkaha da mı geldi, eh o zaman yüzüne gürültülü gürültülü kapanan panjuru hak ettin sen, hak ettin! (Ki o panjur, ertesi sabah beşte aynı gürültüyle açılacak ve sen uykunun en tatlı yerinde, yerinden zıplayacaksın...)
Arabamızı farkında olmadan birinin bahçe kapısının üçte birini kapatacak şekilde park etmişiz... Sonra da unutmuşuz... Aman ya Rabbi! “Senin ehliyetin var mı? Senin ailen var mı? Hiç mi terbiye vermediler?.. Dağdan mı indin?.. Gel bari salona park et...” Bir dırdır silsilesi ki koca Ağrı Dağı dayanamaz. Tabii herkes böyle değil çok şükür. Mahmut Beyler de var neyse ki...
Sonraki bölüm: Kuşadası Belediyesi’nden nasıl püskürtüldük?