Ev yaptırma maceralarım no: sonsuz

Haberin Devamı

Bir rekora doğru koşuyorum arkadaşlar! 6. altın ayımı doldurmak üzereyim ve 3 ayda biter dedikleri evim hala bitmiş değil!

Duyan da malikane falan yaptırıyorum sanır. Altı üstü ufacık bir evin tadilatını yaptırıyorum. Merdiven geldi gitti, mutfak dolapları geldi gitti, döşemeler geldi gitti. Nasıl bir ev ise giren anında çıkıyor ve bir daha gelmesi aylar sürüyor! Ev yaptırma aşamalarında psikoloji şöyle oluyormuş: Önce sinirleniyorsun, sonra dalga geçmeye başlıyorsun, Sonra da galiba “benim öyle bir evim yok... benim öyle bir evim yok” diye ortada dolaşıyorsun. 4. aşamaya ha geldim, ha geleceğim. Aradaki “Eksiğe gediğe hiç aldırmamak, bitsin de ne olursa olsun deme” aşamasından söz etmeye bile gerek duymadım farkındaysanız.

Bağırmak çağırmak da işe yaramıyor. En son mimarımla çığlık çığlığa bir kavga ettik. Girip çıkan döşemeler, merdiven ve mutfak dolapları gibi o da bir daha görünmedi.

Sakın “parayı vermeyecektin a canım!” da demeyin. Son taksidi vermiş değilim daha fakat görüldüğü üzre o da işe yaramıyor.

Durum o kadar absürd bir hale geldi ki evin ahşap işlerini yapan firma geçen hafta kendi kendine bir sözleşme imzaladı. Güya bu cumartesiye kadar bitmezse iş, gün başına 400 TL eksik ödeyeceğim kalan parayı.

Allah Allah değil mi? Çok modern pek medeni bir “özeleştiri”.

Normalde müşteri dayatır, marangoz itiraz eder, bu sefer tam tersi oldu.

Peki işe yaradı mı?

Elbette hayır. Gün itibarıyla 1200 TL kardayım!

Daha komiğini söyleyeyim. Parkeciler bir de evimi yakıyordu az daha. Talaş dolu çuvala yanan sigara atıp, kapıyı kapayıp gitmişler iyi mi! (bkz: oha!)

4 saat sonra komşular arıyor “eviniz yanıyor” diye. Bir gittim, müstakbel yan komşum, kapıyı camı kırıp evime girmiş, yanan talaş çuvalını sokağa atıp, evimi yanmaktan kurtarmış.

Peee...Mahalleliyle tanışmaya bak! “O kim?” “Parkecilerin evini az daha yaktığı kadın” “Hııı.. Çok aramış mı o ustaları kah kih koh..”

(bkz: Daha yerleşmeden nefret objesi olmak)

***


Hani hayallerim vardı ya... Geçen sefer söz etmiş miydim hatırlamıyorum. Dekorasyon dergilerinin birinde, “kuğu” gibi beyaz merdivenlerimden, uçuşan uçuk pembe bir elbiseyle “ben hep merdivenli evlerde büyüdüm canım” havasıyla “poz” vereceğim diye...

Anlaşılan o ki bu gidişle “pozlarımı” hiç uçuşmayan bir elbiseyle, hiç öyle havalar basamayan bir yüz ifadesiyle, üstelik tüm ısrarıma rağmen beyaza boyanmayan “natürel” renkte merdivenimde (ustayı ikna edemedim! Kayın ağacını beyaza boyamak hakaretmiş..) dekorasyon dergisinin fotoğrafçısı yerine bir savcıya “aha burayı şöyle yaktılar, burayı şöyle eksik bıraktılar, burayı da böyle yanlış yaptılar” diye vereceğim.

Tamam biliyorum. Dünyada tek değilim. Fakat bu kadarı da fazla değil mi?

DİĞER YENİ YAZILAR