Geçen hafta Doğu Timor’daydım..
Dünyanın büyük bölümünün bilmediği, daha doğrusu kimsenin hatırlatmadığı dünyanın fakir, zavallı ülkelerinden biri..
Önce nerede olduğunu netleştirelim. Avustralya’nın kuzey batısında, 1 saatlik uçuş mesafesinde bir ada. Adanın yarısı Doğu Timor’un diğer yarısı Endonezya’nın.
Yıllar önce adını ünlü dilbilimci ve solcu entelektüel ABD’li Chomsky’den duymuştum. Chomsky, Batı’nın çifte standardı konusunu ne zaman işlese Kosova’yla beraber vermeyi en sevdiği iki örnekten biriydi Doğu Timor.
Nerde olduğunu bilmezdim. Bildiğim 25 yıl boyunca vahşi bir insan kıyımının yapıldığını ve Batı’nın sırf ülkelerinin menfaatleri bozulmasın diye bu kıyımı görmezden geldiği idi.
“Yandaş” medya kavramını da ilk defa o zaman yine Doğu Timor özelinden öğrenmiştim. Chomsky’nin iddası şuydu: “Dünyayla ilgili aldığınız tüm haberler Amerika tarafından sansürlüdür. Ancak Amerika’nın izin verdiği hadiselerden haberdar olursunuz. Ama işin acıklı kısmı Amerikan medyası bu sansüre karşı çıkmayı hiç düşünmediği gibi sansürü bizzat kendisi yapar. Dünyanın en iktidar yanlısı medyası Amerika’dadır.”
Ve bu iddiayı doğrulamak için verdiği baş örnek de işte Doğu Timor’du. Zira 1991’a kadar Doğu Timor’da yüzbinlerce insan katledilmişti ama bu haber, 1. Körfez Savaşı sırasında (veya ABD’nin Irak’a 1. saldırısı sırasına diyelim) petrole bulanan karabatak haberinin binde biri kadar yer almamıştı Amerikan ve dolayısıyla dünya medyasında. Niye? Çünkü ABD, katliamı yapan Endonezyalı diktatör Suharto’ya görünürde komünizmin yayılmasını engellesin diye ama kim bilir hangi bin türlü menfaat, hesap nedeniyle silahından, parasına, eğitimcisine tam destek veriyordu. Üstelik sonradan o karabatağın Basra körfezinde bile çekilmediğini öğrendik. Stok görüntü ile yapmışlar haberi. Ama ne gam! Bir karabatak 150 bin Timorludan daha değerliydi Amerikan medyası için.
Medya, hakikaten dördüncü güç ve bu güç iğrenç bir şekilde kullanılabiliyor. Türkiye’de de sık sık şahit olduğumuz gibi. Fakat Doğu Timor’daki katliamı da yine ortaya çıkaran Batı medyası oluyor.
İşte tam da bu nedenlerle Prima’nın, desteklediği UNICEF aşı kampanyasını yakından göstermek için yaptığı Doğu Timor davetini reddetmem imkansızdı.
Kanlı tarih, yerle bir olan bir ülke, kavruk çocuklar
Singapur’daki beklemelerle toplam 18 saatlik bir yolculuktan sonra vardık bu Avustralya’nın hemen kuzeyindeki dağlık yeşil tropik adaya.
Sıcaklık 30 derece. Gece bile boğucu bir nem altındayız. Nem artı sivrisinek. Kaldığımız otel deniz kıyısında, 20 odalı küçük bir yer. Bir Avustralyalı inşa etmiş. Sonradan öğreniyoruz ki zaten ne var ne yok (Türk dahil) yabancıların elinden çıkma. Zira yerli halk yaşama savaşı veriyor.
Dünya refah sıralamasında 120. sırada yer alıyor. (Türkiye 83. sırada) 500 yıl Portekiz sömürgesi olmuş. Portekiz adadaki sandal ağaçlarını kesip kesip götürmek, adayı Katolik Hıristiyanlaştırmak, dilini Portekizce yapmak ve bol bol oraya buraya köle olarak insan götürmek dışında pek bir şey yapmamış. Adanın batı yarısı Endonezya’nın. 1975’de Portekiz adadan çekildikten sonra “bağımsız kalırsa komünist olur” diye Endonezya’nın kanlı başkanı Suharto’nun yönetimindeki askerler adayı işgal ediyor.
Batı, işgalin geleceğini biliyor fakat kılını bile kıpırdatmıyor. Amerika Birleşik Devletleri, Suharto’ya daha da çok silah yolluyor. Amaç orada Sovyet egemenliğinin kurulmasını engellemek. İşin pis tarafı Doğu Timorlu sağcılar da komünist olacağımıza Endonezya hâkimiyetine girelim diyerek işgale destek veriyor.
Doğu Timor’un güney komşusu Avustralya’nın derdi ise Doğu Timor’la arasındaki denizde çıkan petrol. Yeni kurulacak devlet yerine bildik “ağbiyle” anlaşmanın daha “faydalı” olacağını düşünüyor ve işgale desek veriyor.
Endonezya adayı işgal ettikten sonra sadece iki haftada on binlerce insanı öldürüyor. Sonraki 25 yılda direkt öldürülenlerin 150 bin, açlığa ve hastalığa mahkum bırakılanların da en az yüz bin olduğu tahmin ediliyor. 1 milyonluk nüfusun dörtte biri yok ediliyor ki Chomski’ye göre bu Yahudi katliamından sonra en büyük soykırım. Fakat kimsenin haberi bile olmuyor. Çünkü istenmiyor.
İnternet bir var bir yok. Ülkede başkent dışında düzenli elektrik de yok. Geceleri altı saat, o da jeneratör için gerekli yakıt varsa. Fırsatçı otelcimiz, üç saatini on dolara satıyor interneti bize.
Her iki kişiden biri açlık çekiyor. Ülkenin yüzde 55’i yetersiz beslenmeden kavruk kalmış. Aşılama istasyonunda bir kız çocuğu elinde bebekle oturuyor, hepimiz bebeğin ablası herhalde diye düşünüyoruz. En fazla 12 yaşında görünüyor. Meğerse 20 yaşındaymış ve çocuğun annesiymiş.
Fakat ne kadar yokluk, o kadar çocuk. Kadın başına düşen çocuk sayısı 5,7. Ama doğan çocuklar ölüyor. Bebek ölüm oranı binde 44. (Türkiye’de binde 25,5. İsveç’te binde 2.75)
Sağ kalanlar da aşılanmadığı için daha sonra ölüyor.
İşte bizim de burada bulunma nedenimiz bu aşılar.
Yarın: Tarımı unutan ülkeyi dünya kurtarmaya çalışıyor. Bir nevi nedamet.