Dağlar kızı Piti

Haberin Devamı

Size bu satırları çok uzaklardan, çok yükseklerden yazıyorum. Bulutların üzerinden de diyebilirim... Baktığım yerden Kaçkar Dağı görünüyor. Başı o kadar dumanlı olmasa üç bin dokuz yüz küsur metrelik zirvesini de göreceğim... Küsuratını internetten bakar yazardım ama şu güzelliğe bakın ki burada ne cep telefonu çekiyor ne internet!

Piti ve ben, Ayşelerin köyündeyiz. Artvin Yusufeli’nin çok ama çok yukarılarında on- on beş haneli bir köy. Bundan ötesi yok! Yolun sonu. Daha yukarısı bildiğin gökyüzü.

“Bizim köyün, manzarasından başka bir şeyi yoktur” demişti Ayşe beş yıl önce ilk geldiğimizde. “Dağ, taş... Ne suyu var, ne adam gibi toprağı. Atalarımız niye bu kadar yükseğe çıkmış, neymiş dertleri merak ederim hep”.

Haklı. Haklı ama manzara da manzara kardeşim! Ben beş yıldır o manzarayı sayıklıyorum. Piti sıcaktan bunalınca dedim “hadi dağlara çıkalım! Sana o şahane manzarayı göstereyim... Hem Ayşe’nin kardeşinin düğünü var...”

Gazeteden de izni koparıp Erzurum uçağına attık kendimizi...

***


Piti’nin ilk uçak yolculuğu. Ortalığı birbirine katacak diye ödüm kopuyor. Dedi ki tecrübeli bir anne, “tam kalkış ve iniş sırasında biberon ver. Emerken kulağı açılır..”

Hakikaten işe yaradı. Gıkı çıkmadı. Yol boyunca uyudu.

Erzurum’da Ayşe ve kocası Dursun karşıladı bizi. Sabah sabah bir cağ kebabı yiyip vurduk kendimizi Yusufeli’ne...

Yusufeli tarafları muhtemelen memleketin en çetin coğrafyası. Erzurum’dan gelen yol ova bittikten ve Tortum gölü geçildikten sonra derin bir kanyondan gitmeye başlıyor ve bir daha da hiç çıkmıyor...

Sağımda solumda duvar gibi yükselen kayalara bakarken kendimi “Yüzüklerin Efendisi” filminde gibi hissettim. Yüzük peşinde Mordor’a giden hobitler gibiydik. Doğa alabildiğine vahşi, ürkütücü ve çorak... Umut vadeden tek bir ağaç, çalı, ot yok... Tepelerde olsa olsa Ork’lar vardır diye düşünüyor insan..

“Allah bence burayı baraj olsun diye yaratmış zaten. Hale bak! Taş taş taş... Su altında kalacak diye üzüleceğin hiçbir şey yok..” diyor Dursun. Yusufeli’nin Recep Tayip’i diye takılıyoruz...

***


Yusufeli’nde bir gece kaldık. Hayatımın en sıkıntılı gecesiydi. Sıcak bir yandan sabaha kadar geçen kamyonlar bir yandan.. Bir ben bir Piti uyanıp durduk. Su altında kalacak bir kasaba için gereğinden fazla bir harekete sahip. Nedendir bilinmez baraj altında kalacaksınız dendikten sonra arka arkaya onlarca apartman dikilmiş.. Herhalde istimlâk parası peşindeler. Yoksa beş altı yıl oturmak veya kira almak için o kadar yatırım yapılmaz... Apartmanlar bütün rüzgarı kesmiş.. Evet diyorum gece yarısı boğulurken.. Dursun haklı..

Ertesi gece düğün oldu. Salih’in nikâh şahidi ben oldum. Bu yıl ikinci şahitliğim. Üç şahitlikten sonra şahide de bir nikâh düşüyormuş diye duydum... Var mı başka şahitlik isteyen?

Fakat Yusufeli o kadar boğdu ki bizi, düğünden sonra gece yarısı, mece yarısı demedik, memleketin en zorlu yolu olmasına rağmen yukarıya köye çıktık. O serinliğe, o temizliğe, o sessizliğe kavuşmak nasıl bir mutluluktu anlatamam...

Tefrikamız devam edecek...

DİĞER YENİ YAZILAR