Dün 30 Ağustos Zafer Bayramı tüm yurtta törenlerle kutlandı...
“Kutlandı” diyorum ama...
Ağız alışkanlığı benimkisi...
Kutlama falan yoktu, sadece bir “formalite” yerine getirildi siyasetçilerin ve bürokratların katıldığı resmi törenlerde!
Yüzler asıktı...
Kimse kimseye selam vermedi...
Yan yana durdular, yürüdüler ama birbirlerinin suratına bile bakmadılar.
Çünkü kavgalıydılar!
Her şey “devlet” kadar soğuktu kısacası...
Vatandaşa önlem!
İstanbul Taksim’deki resmi tören, “araya vatandaşların sızmaması için” sıkı bir güvenlik çemberinin içinde yapıldı!
“Bayram”ı vatandaştan korudu devlet!
“Allah korusun araya birkaç çapulcu karışırsa ne olur bizim hâlimiz?” diye diken üstündeydi koskoca kenti yönetenler!
Vali, Belediye Başkanı, Emniyet Müdürü bir de Garnizon Komutanı birbirlerinin elini sıktı, parti temsilcileri çelenk koydu, birkaç bürokrat etrafta sıralandı; bunun adı “kutlama” oldu!
Unutmuşsunuz!
Belli ki unutmuşsunuz beyler; bayram sevinçtir, mutluluktur!
Bu vatan için hayatını veren kahramanlara duyulan minnettir; bu yüzden gözyaşıdır bayram!
Büyük mücadeleden sonra kazanılan zaferdir; yani coşkuyla atılan çığlıktır!
Şarkıdır bayram, marştır haykıra haykıra söylenen...
Renktir, cümbüştür, eğlencedir!
Geçmişe duyulan minnet, geleceğe edilen yemindir!
İyisi mi gelmeyin!
Dört gündür üst üste bu sütunlarda size yaptığım çağrıdan vazgeçtim; dünkü hâlinizi görünce...
İçinizden gelmiyorsa, mutsuzsanız...
Çekişmelerinizi bayram alanlarına taşımamayı beceremiyorsanız...
Surat asacaksanız, birbirinizin gırtlağına sarılmak ister gibi duracaksanız...
Tamam; bizden izin, katılmayın bundan sonraki bayramlara!
Nezle olun, başınız ağrısın, yurt dışında işiniz çıksın; gelmeyin!
Bizim bayramlarımızı, bize bırakın!
Derdiniz ne?
Dedelerimiz o savaş meydanlarında küs değildi beyler...
Belki birbirlerini bile tanımıyorlardı ama kol kola girip siper ettiler göğüslerini düşman mermilerine...
Sizin paylaşamadığınız ne?
Ceylan derili koltuksa, haram olsun!
Para-pul hesabıysa, boğazınıza dursun!
Güçse, otoriteyse, saygınlıksa, hepsinin altında kalın...
Bütün değerlerimizi aldınız bizden, kutsal kavramlarımızın içini boşalttınız...
Kibrinizle, çekişmelerinizle, hırsınızla, gizli amaçlarınızla tadını kaçırdınız her şeyin...
Bari bayramlarımızı cenaze evine çevirmeyin!
‘Halk’ olamıyorsanız!
26 Ağustos’ta o savaş meydanında bir tek bile siyasetçi yoktu beyler...
Delik çarığıyla, çakaralmaz tüfeğiyle, dişiyle, tırnağıyla halk vardı!
Senede dört gün “halk” olmayı beceremiyorsanız; çekin, nerede olmak istiyorsanız, oraya gidin!
Bize bırakın bayramlarımızı...
Gururla sallarız bayrağımızı, coşkuyla söyleriz marşımızı, içten ederiz dualarımızı...
Zerre kadar riya karıştırmadan, rol yapmadan, içimizden geldiğince kutlarız bayramlarımızı...
Ne demek istediğimi anlamadıysanız danışmanlarınıza söyleyin; dün akşam kendiliğinden ve tüm engellemelerinize, yasaklarınıza rağmen Bağdat Caddesi’nde toplanan on binlerin görüntüsünü izletsinler size...
Bayram nasıl kutlanırmış, gözlerinizle görün...
İktidar-muhalefet diye ayırmıyorum; hepiniz birsiniz çünkü...
Biz halkız, siz elitsiniz!
Ve ne yazık ki ruhsuzsunuz, cansızsınız, sahtesiniz!
Uydurun birer rapor, gidin istediğiniz yere...
Hatta mümkünse...
Dönmeyin geriye!
GÜNÜN SORUSU
Çorum’daki resmi bayram töreninde saygı duruşunda bulunulmuş ama Atatürk’ün adı ağızlara alınmamış, şehitlerden söz edilmemiş... Vali Sabri Başköy yöneltilen eleştirileri, “Yönetmelikte böyle tarif edilmiştir. Hiçbir hata yok” diyerek yanıtlamış...
Sorum size:
Peki; siz hatanın nerede olduğunu biliyor musunuz?
Renkten korkan devlet!
Fındıklı’dan Cihangir’e çıkan merdivenler vardır...
Diktir ve zordur çıkması...
Bir grup esnaf bu zor tırmanışı keyifli hâle getirmek için aralarında para toplayıp “gökkuşağı” rengine boyadı o merdivenleri...
Birkaç gazete haber yaptı, televizyonlar gösterdi.
Herkesin kaçtığı, mecbur kalmayanın uğramadığı bu merdivenler bir anda İstanbul’un en çok turist çeken yeri hâline geldi!
Sen misin devlete sormadan iş yapan, hayatı renklendiren?
Beyoğlu Belediyesi hemen zabıta ekiplerini gönderdi ve o güzelim renklerin üzerini “devlet kurşunisi”ne boyadı!
Peki; neden rahatsız etti o güzelim renkler Beyoğlu Belediyesi’ni?
O renkler “eşcinselleri temsil ediyormuş” da ondan!
İşte bu kafa yönetiyor bizi; bu kafaya rağmen insanca yaşamaya çalışıyoruz hâlâ!
Tüm renklerimizi griye boyuyorlar inadına...
Siz İstanbullular... Sadece merdivenlerinizi değil, bütün kaldırımlarınızı, elektrik direklerinizi, bahçe duvarlarınızı gökkuşağı renklerine büründürmezseniz bugünden sonra...
Her şeye müstahaksınız!
Kısacası...
Bu kafanın anlayacağı tek şey “direnmek”se eğer, “diren Cihangir, diren İstanbul!”