Bugün 30 Ağustos... Ülkemizi işgal eden düşman ordularına en büyük tokadı attığımız günün, yani “Büyük Zafer”in 91’inci yıldönümü...
Hepinizin bayramı kutlu olsun!
Son yıllarda ulusal bayramlara katılmamak için hasta olan (!) veya yurt dışına giden siyasetçi beyler, “size özel” dört günlük kurs programının sonuna geldik. Şimdi...
Bu yazıyı iyi okuyun:
Meçhul askerler!
Bundan önceki üç günde işgal döneminde verilen mücadeleyi, 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasındaki o inanılmaz savaşı ve dünyada nasıl yankılandığını anlattım.
Düşman kuvvetlerine ilişkin somut bilgiler aktardım. Ancak şehit sayımızı bile doğru dürüst yazamadım.
Neden biliyor musunuz?
Nereden, nasıl geldikleri...
Hangi birlikte görev yaptıkları...
Kaç kişi oldukları...
Yaşları...
Medeni halleri...
Memleketleri...
Anneleri, babaları, varsa karıları, çocukları...
Hangi silahla savaştıkları...
Nasıl öldükleri...
Hatta nerede toprağa karıştıkları bilinmiyor da ondan!
Yani mezarları bile yok!
Dünyaya “öylesine” bir uğradılar...
16...
17...
18...
19...
20...
Bilemedin 25 yaşındaydılar!
Bıyıkları yeni terlemişti...
Belki henüz karşılarına gönüllerini çelebilecek bir kız bile çıkmamıştı...
Geldiler; vatanı kurtarıp gittiler!
Hiçbir şey bilinmiyor haklarında ama...
Onların bu “meçhul”lükleri; bize hem adımızı, hem soyumuzu, hem dünümüzü, bugünümüzü ve yarınımızı...
Hem de onurumuzu kazandırdı...
Bugün adımız John, George, André değil de Engin, Emre, Yiğit, Fatih, Ahmet, Rasim, Fehmi, Ali İhsan, Abdurrahman, Hasan ise...
Çalışabiliyorsak, sevebiliyorsak, eğlenebiliyorsak...
O “meçhul asker”ler sayesinde...
Gerçek bir öykü!
Atatürk, 30 Ağustos’taki büyük zaferden bir gün sonra savaş alanlarını dolaşır arkadaşlarıyla...
Her yer ceset doludur. Yunan üniformalı bir askerin kolu, Türk üniformalı askerin cansız gövdesinin üzerindedir...
Belki de birbirlerini öldürmüşlerdir ama manzara, iki can dostunun kucaklaşması gibidir!
O iki askerin başında Fatiha okur heyet...
Tam o sırada elli metre kadar ileride, şehit askerlerin üzerinde nazlı nazlı dalgalanan bir Türk bayrağı dikkatini çeker Mustafa Kemal’in...
Komutanlarla birlikte oraya yürürler ve gördüğü şeye inanamaz Büyük Komutan...
Bir Türk sancaktarı alnının tam ortasından vurulup düşmüştür toprağa ama elindeki bayrağı düşürmemek için yeminlidir adeta!
Taş gibi kasılmış olan sol kolu havada donup kalmıştır... Ve çelik gibi cansız parmaklarıyla, sımsıkı kavramıştır elindeki bayrak direğini...
Heyettekiler gözyaşlarını tutamaz, sessizce uzaklaşır oradan...
İki yıl sonra tam da o askerin düştüğü yere, “şehit Mehmetçiğin taşıdığı bayrak” anıtı dikilir Atatürk’ün emriyle...
Bayrak düşmeyecek!
Her ulusal bayramda mazeret belirterek törenlerden kaçan siyasetçi kardeşler; bu öyküyü neden anlattım size biliyor musunuz?
Bugün “taşıyanın üzerine TOMA gönderdiğiniz, biber gazı sıktırdığınız” o bayrağın asla toprağa düşmeyeceğini...
“Tabelalarda yer kalmadığı” için valilik binalarından kazıdığınız TC harflerini, bu ülkenin adından söküp atmaya gücünüzün yetmeyeceğini bilmeniz için!
Aklınızın bir köşesine yazın:
Bu zaferleri kazanıp bize bugünleri yaşatan o adsız kahramanların iki büyük komutanına, “iki ayyaş” demenize asla izin vermeyeceğiz!
Anamızı, babamızı, kardeşimizi, çocuklarımızı biliyorsak... Özgürce nefes alabiliyorsak hâlâ... Tüm bunları, o “meçhul askerlere” borçluyuz.
Bu yüzden gelseniz de gelmeseniz de...
Biz ölene kadar coşkuyla kutlayacağız bayramlarımızı!
Kısacası; biz, sizi çok iyi biliyoruz ve tanıyoruz beyler!
Kurtuluş Savaşı’nı karalayıp İngiliz mandası isteyen...
Yunan ajanlığı yapan...
Atatürk için ölüm fermanı çıkaran...
Düşmanla kol kola girip iyi paralar kazanan birileri vardı ya o günlerde...
Onlarla mücadeleden nasıl vazgeçmediyse dedelerimiz; onların torunlarıyız, bugün de biz direneceğiz...
Sonra da tıpkı o topraktan fışkıran kolun tuttuğu bayrak gibi, çocuklarımıza devredeceğiz bu kutsal görevi!
Ve... Son söz!
Bu kadar ders yeter mi bilmem, bir daha “ulusal bayramlarda kaytarmamanız için...”
Ama... Yine de anlamadıysanız...
Emin olun, anlatmaktan vazgeçmeyeceğiz!
GÜNÜN SORUSU
Hâlâ yargılanan ya da sahte dijital belgelerle ve yalancı gizli tanıklarla ağır cezalara çarptırılan Silivri’deki, Hasdal’daki, İzmir’deki ve Ankara’daki tutuklu komutanlar... Bayramınız kutlu olsun!
Sorum basit:
Bayrağı bırakmadınız değil mi?