“İş yerime saldırı olunca ben de müdahale etmek için dışarı çıktım. Göstericiler 2 aydır bizi iş yapamaz hâle getirmişlerdi. Saldıranlar arasında bayanlar da vardı. Küfür de ediyorlardı. Bayanlardan biri bana saldırıp beni yaraladı. Ben de onu engellemek için zırhın (pala) ortası ile tokat atar gibi vurdum. Onun dışında hiç kimseye vurmadım. Bu sırada da çevik kuvvet geldi, ‘İçeri geçin’ dedi. Biz de iş yerimize girdik. Polise direnmedik. Zaten polisle aramızda herhangi bir sorun yaşanmadı. Daha sonra evime gidip üzerimi değiştirdim. Polis aradı. ‘Gelmen gerekiyor’ dedi.”
Bu sözler, Talimhane’de elinde ‘zırh’ ile göstericilere saldıran Sabri Çelebi’nin polise verdiği ifadeden... Kamuoyunda kullanılan yaygın ifade ile ‘palalı’ saldırganın.
Yukarıdaki ifadeyi veren Çelebi, arkadaşlarıyla birlikte, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Olayın görüntüleri ortada.
Zanlı, bir kadına, önce elindeki ‘zırh’ ile vuruyor, ardından da aynı kadının sırtına tekme atıyor. Sonra da zırhı gelişi güzel sallayarak etrafta koşuşturuyor.
Yanıt bekleyen birkaç soru var herkesin aklında:
1) İfadesinde “Bayanlardan biri bana saldırıp beni yaraladı” diyen bu kişinin nasıl bir yarası var? Yaralanan insan evine gidip üzerini mi değiştirir yoksa yarasını mı tedavi eder ya da ettirir?
2) Sabri Çelebi, elinde zırh ile insan kovalarken polis geliyor ve “İçeri geçin” diyor. Onlar da iş yerlerine giriyorlar.
Sokakta, elinde koskoca kesici bir alet ile sağa sola koşturan birini gören polisin sergilemesi gereken tavır bu mudur?
3) Çelebi evine gidip üzerini değiştirdiğini, bu arada polisin arayıp “Gelmen gerekiyor” dediğini söylüyor.
Polis gözaltına alacağı herkesi evinden ya da cebinden arayıp davet mi ediyor? Rutin uygulama bu mudur? Yoksa, şafak operasyonları ile evlerinden alınan onlarca, yüzlerce kişinin de telefon ile davet almak için birer ‘zırh’ edinmeleri mi gerekiyor?
4) Savcı söz konusu kişiyi tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk ediyor, mahkeme ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıyor.
Bu kararı veren hâkim hakkında ne düşünmeliyiz? O zırhın (pala) ve o tekmenin hedefindeki kişi kendi evladı olsa ve bir meslektaşı bu kararı verse, o hâkim ne hisseder, ne düşünürdü mesela?
Kendine münferitler
Eylemci, polise molotofkokteyli atıyor; eylemi destekleyenler “münferit” diyor.
Polis eylemciyi kasten ve doğrudan hedef alarak çekiyor gaz bombası atan tüfeğin tetiğini; eyleme karşı olanlar “münferit” diyor.
Eylemci Başbakan Erdoğan’a galiz küfürler ediyor; hükümet karşıtları “münferit” diyor.
Polis, elindeki gaz bombası tüfeğini havaya kaldırıp eylemcilere ana avrat sövüyor; hükümetin ve devletin yanında duranlar “münferit” diyor.
Olaylar, örnekler değişiyor; her iki tarafın da bu ‘kendine münferit’ tutumu değişmiyor.
Peki bu tek taraflı bakış açılarımızla, bu çifte standartlarımızla uzlaşmamız, çözüme ulaşmamız mümkün mü?
KEŞKE...
Üzen olmak yerine üzülen olmayı göze alanları en azından fark edebilsek.