63 polis, 5 asker, 182 sivil… Toplam 250 şehit.
146 polis, 21 asker, 2 bin 27 sivil… Toplam 2 bin 194 gazi.
Bugün yıl dönümünü yaşadığımız 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin bilançosu bu.
Bıraktığı izler, toplum psikolojisinde açtığı yara da cabası…
40 yıllık geçmiş
15 Temmuz ile ilgili söylenmiş, söylenen ve söylenecek çok şey var şüphesiz. Ama yapılacak şu tespite sanırım kimse itiraz edemez:
15 Temmuz 2016, bedelinin 250 can ile ödendiği 40 yıllık bir hatalar zincirinin sonucudur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni son 40 yıldır yöneten kadroların hepsinin sorumluluğu vardır gelinen bu noktada. Kimilerinin daha az, kimilerinin daha fazla olabilir ama neredeyse yarım asırdır ülke yönetiminde söz sahibi olmuş herkesin bir şekilde dahli var yaşanan dramda.
Bunu ben söylemiyorum…
Ak Parti tarafından hazırlanıp yayınlanan “15 Temmuz, Milli İradenin Zaferi Araştırma Raporu”nda bakın ne yazıyor (Üçüncü Bölüm, sayfa 48 ve 49):
“ (…) Toplumsal alanda olduğu gibi devletin tüm kurumlarında 40 yıldan beri sinsi bir biçimde örgütlenen FETÖ, özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri içinde temerküz etmiştir. (…) FETÖ, ikiyüzlülük, takiyecilik, yalancılık, ve ‘amaca ulaşmak için her yol meşrudur’ anlayışı ile hareket etmiş ve insanlarımızın özlem duydukları tarihsel ihtişamı ve İslam İnancını kendisine maske edinmiştir. Bu nedenle toplumumuzda dindar, muhafazakâr ve milliyetçi kesimlerle etkili bir iletişim içinde olmaya gayret etmiştir. FETÖ, toplumsal dokumuzda ve devlet kurumlarımızda büyük bir tahribata neden olmuştur. Bu örgüt, günümüzde yaşadığımız ve tarihte okuduğumuz tüm örgütlerden çok daha tehlikelidir.”
Devletin hep gündemindeydi
FETÖ’nün devlet kurumlarına sızıp yerleştiği, bahsedilen son 40 yılın 25’inden fazlasında gazeteci olarak konuyu takip etmiş biriyim. Bu mevzuda sayısını hatırlamadığım kadar çok haber yaptım.
Özellikle 90’lı yılların ortalarından, 2000’lerin başına kadar olan dönemde o zamanki adlandırılmasıyla Gülen Cemaati, devletin hep gündemindeydi. ‘Tehdit’ olarak…
Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır (olmayanlar da yakın geçmişe dair kaynaklardan okuyup teyit edebilir) 1995 96’larda, neredeyse her Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, ki o zaman kurul her ay toplanırdı, Gülen Cemaati’nin adı geçerdi.
20 yıl önceki MGK raporları
Yaklaşık 20 yıl önceden söz ediyorum… 1995, 96, 97 yılları…
MGK toplantılarına gelen raporlarda, Gülen Cemaati’nin sistematik şekilde, mensuplarını devlet kurumlarına yerleştirme stratejisi anlatılırdı.
Cemaatin;
- Maddi imkânları sınırlı olan ailelerden başarılı çocukları tespit edip ‘Işık Evleri’ ismi verilen yerlerde, eğitim adı altında saflarına kattığı, beyinlerini yıkadığı,
- Mensuplarının orta öğrenim çağındaki çocuklarını askeri okullar ve polis okullarına yönlendirdiği; üniversite sınavlarında da kamu yönetimi ve hukuk gibi bölümleri tercih ettirdiği,
- Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla ordudan ihraç edilen üyelerinin, TSK’nın geleneksel emir komuta yapısına aykırı şekilde, üstlerinden değil, cemaat içinde kendilerinden kıdemli olan astlarından emir aldığı,
- Yurt dışında açtığı okullar vasıtasıyla bir yandan iç kamuoyuna sempatik görünürken, diğer taraftan uluslar arası bir ağ oluşturduğu; bu yolla maddi, siyasi ve diplomatik güç edindiği ve benzeri birçok nokta detaylarıyla vardı o yılların raporlarında.
Özetle, son yıllarda, özellikle de son bir yıldır FETÖ’ye dair konuşulanların hemen hepsi, bu devletin arşivinde bütünüyle var.
Hatta, bugünlerde yine konuşulan; “15 Temmuz’da başarılı olsalardı, Fethullah Gülen, Humeyni’nin Tahran’a dönüşü gibi Türkiye’ye gelecek, milyonlar tarafından karşılanacak, ülke yönetimini ele geçirecek ve rejimi değiştirecekti” ifadeleri de…
Sonuç
15 Temmuz’un yıldönümünde diyeceğim o ki…
Devlet mekanizması, 40 yıllık geçmişi olan, dış destekli bir cemaat hareketinin terör örgütüne evrilmesini sadece raporlara konu etti ama nedense gereğini bir türlü yap(a)madı.
Şimdi esas olan, aynı hatanın, FETÖ ya da herhangi bir başka yapı / örgüt için önümüzdeki on yıllarda tekrar edilmemesidir.
Devlet bugün artık dersini almış görünüyor.
Siyasi iktidarından muhalefet partilerine ve tabii yargı organlarına kadar bütün kurumlarıyla, devlet yapısı, bu ülkenin geleceğini garanti altına almalıdır.
Aksi halde ne 250 şehit yattığı yerde huzur bulabilir, ne çocuklarımız rahat yaşayabilir.