Başlıktaki sorunun sadece tek bir cevabı yok.
İlk suçlu, Rüzgar Çetin.
Yönetmen Sinan Çetin’in oğlu, alkollüyken araç kullanmak suretiyle bir kişinin ölümü, birinin de yaralanmasına sebep oldu.
Suçlu olduğu, mahkeme kararıyla tescil edildi.
İstanbul 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi, Rüzgar Çetin’in ‘bilinçli taksirle bir kişinin ölümüne, bir kişinin de yaralanmasına neden olmak’tan suçlu buldu.
Mahkeme Başkanı Erdoğan Şimşek, 6 yıl üç aylık cezanın az olduğunu belirterek Rüzgar Çetin’in tahliyesine karşı oy kullandı ve tutukluluk halinin devamı yönünde görüş bildirdi. Ancak heyetin diğer iki üyesi Arzu Dur ve Fatma Aybey’in kararı, “Verilen ceza miktarı, tutuklulukta geçirdiği süre ve mağdurların şikayetlerinden vazgeçmesi göz önüne alınarak sanığın tahliyesine...” şeklinde oldu.
Sonuç olarak...
Verilen ceza, dolayısıyla da yaklaşık 9 ay cezaevinde yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşması kamu vicdanını tatmin etmese de, Rüzgar Çetin ‘suçlu’ bulundu.
***
Akşam Gazetesi dün birinci sayfasından Hilal Yıldırım imzasıyla bir haber yayınladı.
Sinan Çetin’in, oğlunun ölümüne yol açtığı polis memuru İsmet Fatih Alagöz’ün ailesine ‘1 milyon 500 bin TL kan parası ödediği’ bilgisi vardı o haberde.
Rakam bir buçuk milyon lira mıdır bilmiyorum ama Alagöz’ün ailesinin, Çetin’den kan parası alarak şikayetini geri çektiği gerçek.
Bu durumda, Ocak ayında meydana gelen olayda yaralanan ve Mayıs ayında şikayetinden vazgeçen polis memuru Emre Tetik’in de bu kararı aynı şekilde yani ‘kan parası alarak’ verdiğini düşünebiliriz.
***
Tekrar ediyorum; şikayetin, ‘kan parası ödenmesi üzerine geri çekildiği’ kesin bilgi.
Şehit polis memuru Alagöz’ün eşi, bu gerçeği - doğal olarak - doğrulamıyor ama dikkat edin, şöyle bir cümlesi var:
“Para istemediğim halde tepki alıyorum, bir de isteseydim neler olurdu. İnsanlar empati kurmak yerine bana savaş açtılar” diyor şehit eşi Özlem Alagöz.
Empati...
Alagöz, ailesinin yerine kendimizi koymamızı istiyor yani.
Deneyelim...
Aile meclisi toplanıp, şöyle bir değerlendirme yapmış olabilir mi mesela?
“Biz canımızı kaybettik. O can geri gelmeyecek. Yasalar ve ülkedeki adalet sisteminin nasıl işlediği belli... Karşımızda da ünlü ve zengin biri var. Bize teklif edilen parayı alsak da, almazsak da sonuç değişmeyecek. O aile nüfuzunu ve gücünü bir şekilde kullanacak ve o genç öyle ya da böyle birkaç ay cezaevinde yatıp çıkacak. Dolayısıyla, biz bu parayı alalım. En azından babasız kalan evlatlarımızın geleceğini garanti altına almış oluruz.”
Böyle mi düşünmüşlerdir acaba? Ya da benzer bir bakış açısıyla mı hareket etmişlerdir?
İmasız, kinayesiz soruyorum... Empati yapmaya çalışıyorum.
***
Dün bir dava açıldı İstanbul’da. Bir tazminat davası...
İki yıl önce, bir trafik kazasında annesini kaybeden bir kişi, avukatı aracılığıyla Rüzgar Çetin hakkındaki hükmü veren iki hakim, Arzu Dur ve Fatma Aybey aleyhine 100 bin TL manevi tazminat talep etti.
Mahkemeye sunulan dava dilekçesinde şu ifadeler yer aldı:
“Rüzgar Çetin’e verilen cezanın az olması, son duruşmada sanığın tahliye edilmesi, parası olan ve babasına güvenen herkesin trafikte adam öldürebileceği, bunun çok da önemli bir suç olmadığı izlenimi vermiştir. Hiçbir hakimin topluma böyle bir izlenim vermeye hakkı yoktur. Sicilinde 28 tane trafik ihlali cezası olan ve daha önceden ehliyetine 2 defa el koyulan bir sürücüye bu cezanın verilmesi ciddiyetsizdir, yetersizdir, haksızdır ve hukuksuzdur.”
Bu bakış açısıyla da bir empati yapmak gerekmiyor mu?
Bu karar gerçekten, “Kan parası ödeyecek imkanın, gücün varsa direksiyon başına alkollü şekilde geçip ölüme sebebiyet verebilirsin. 9 ay yatar, çıkarsın” anlamına gelmiyor mu?
Ve başlıktaki sorunun diğer yanıtı...
Mevcut mevzuat ve adalet sistemi de Rüzgar Çetin gibi suçlu değil mi?