Önceki gün...
Yer Avusturya’nın başkenti Viyana.
Masadaki konu, Türkiye ile Ermenistan arasındaki Zürih Protokolü’nün rafa kalkmasının da sebeplerinden biri olan “Dağlık Karabağ sorunu”.
Masanın bir tarafında Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, diğer yanında Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev var.
Tabii, bu noktada gözden kaçırılmaması gereken detay, Aliyev’in bu masaya oturmadan hemen önce yaptığı resmi ziyaretin Ankara’ya olması.
Ankara’nın Erivan ile (dolaylı da olsa) görüşmelere başlaması ve Zürih Protokolü’nün içerdiği “sınırın açılması”nın en önemli koşulu, Dağlık Karabağ sorununun çözülmesi.
Şimdi...
Viyana’da kurulan masadan iki devlet başkanı, “Diyaloğa devam” kararıyla kalktı. Devam edecek olan Bakü Erivan diyaloğunun sonunda kangrene dönüşen bu problem çözülürse, bu gelişme Ankara’nın Ermenistan ve Kafkasya politikasına da doğrudan yansıyacak.
Ve şüpheniz olmasın, o gün Türk dış politikasında yaşanacak gelişmelere ilişkin haberlerin başlığı, “Ermenistan ile yeni dönem” şeklinde olacak.
NOT:
Dün öğle saatlerinde yazdım bu satırları. Kısa bir süre sonra da ajanslara Washington’dan gelen şu haber düştü:
“Ermenistan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu, 12 Aralık’ta başkent Erivan’da düzenlenecek Karadeniz Ekonomik İşbirliği toplantısına davet etti.”
Duvara karşı
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeydim (İLEF) önceki gün.
Okulun öğretim görevlilerinden Itır Gökgücü Demiray’ın daveti üzerine gittim söyleşiye.
Rahmetli hocam Ahmet Taner Kışlalı’nın adını taşıyan salonda İLEF öğrencilerine, dilim döndüğünce “Televizyon haberciliği”ni anlattım.
Gazetecilik mesleği, Türkiye’de gazeteci olmanın dayanılabilir ağırlığı (!), mesleğin özel hayat üzerinde yarattığı etkilere dair de konuştuk gençlerle 2 saat boyunca.
İLEF Dekanı Prof. Dr. Ruken Öztürk sempatik ve mütevazı kişiliğiyle okula yeni bir hava katmış, onu gördüm. Mezun olduğum fakülte adına sevindirici bu.
Söyleşi öncesi “Kulis”e indim. “Kulis” bizim fakültenin kafeteryası.
Kafeterya ziyaretimin nedenini anlatmaya da şu soru ile başladım söyleşinin son bölümünde...
- Fatih Urunç ismini duydunuz mu?
Duyan yoktu salonda...
- Fatih Urunç önemli ve artık ünlü bir ressam. Öldü çünkü. Geçen yılın ağustos ayında öldü. Eserleri gitgide değerleniyor. O Fatih Urunç da benim gibi, sizler gibi İLEF’liydi. Bu okulun insanıydı. Fakülte kafeteryasının duvarına boydan boya resim yapmıştı. Duvar resmi. Şu anda yok o resim yerinde. Yok çünkü önceki dönemlerin öğrencileri o duvara da afişler yapıştırmış, ilanlar asmış. Eskiler sökülüp, yenileri asılırken duvar hasar görmüş, paramparça olmuş. O günlerin okul yönetimi de boyatmış duvarı, diğer duvarlar gibi. Yani sonuçta bugün Fatih Urunç’un yağlı boyası değil, su bazlı boya var o duvarda. Rengârenk, cıvıl cıvıl Urunç desenleri değil; tek renk, donuk, buz gibi bir duvar var orada.
Dinleyen gençlerin gözleri büyüdü, yüzlerini buruşturdular.
Dünyanın gelişmiş, medeni herhangi bir ülkesinde, üstelik de bir üniversitede yaşanabilir mi sizce böyle bir olay?
İLEF öğrencilerine sordum, size de soruyorum:
Sanattan geçtim; anılara, insana, emeğe saygı böyle mi gösterilir?
KEŞKE...
Memleketteki şair (!) sayısı, şiir okuyanlarınkinden fazla olmasa.