Haberin Devamı
“Benim kan emici kardeşim Sırrı Sakık var. Dağa çıkanlar için ‘onuru için çıkıyorlar’ diyor. Ben de diyorum ki çıkmayanlar onursuz mu?”
‘Parmaksız Deniz’(!)den çıkan incilerden biri bu cümle.
Ve sahibinin insanlıktan ne derece nasibini aldığının çok açık bir göstergesi.
Kardeşinle aranda bir husumet olabilir.
‘Düşman kardeşler’ olabilirsiniz.
Ama ‘kan emici’ dediğin kişi, daha geçenlerde evladını kaybetti. Ölen o genç, senin yeğenindi be adam!
Sırf bu acıya, dünya üzerindeki bu en büyük acıya hürmeten susar insan olan. Şu günlerde susar en azından.
Gerçi...
Benimki de iş !..
Yıllar boyu, binlerce insana ‘evlat acısı’ yaşatmış birinden mi bekliyorum ‘evlat acısına hürmet’ göstermesini?
Yazının başındaki cümle, aynı zamanda bir insanın güdebileceği ‘kin’in seviyesini ve süresini de gösteriyor.
Yeri gelmişken, “Şemdin’den Sırrı’ya mektuplar”dan bir bölüm aktarayım. 2010 Nisan’ında yazmış beyefendi (!).
“(...) kardeş falan değiliz, çünkü kardeşlik karındaşlıktan gelir; oysa sen ailenin hanımağasının, ben hem kölesi hem de cariyesi olan bir kadının oğluydum. Sen ve kardeşlerin dayalı döşeli odada, ben tütün tarlasında doğdum, çamur toprak içinde büyüdüm. Sen envai çeşit yemeklerle, ben sofrada kalan kırıntılarla beslendim. Sen yün yataklarda, ranzalarda, ben yerde, masa altında uyurdum. Sen babanın şımarık oğlu, ben babası henüz hayatta olan bir yetimdim. Sen babanın malıyla, ben alın teriyle büyüdüm. Senin altında dokuzyüz bin liralık Mercedes varken, ben nişanlandığım kızla evlenmek için yüzelli bin lira başlık parası bulma mücadelesi verdim. Sen ve kardeşlerin her şeyin, ben ve kardeşlerim hiçbir şeyin sahibiydik. Sen babanın otelinde patron, ben yevmiyeyle çalışan bir işçiydim. Sen hırsız, ben emekçiydim. Sen yalanın kendisi, ben sıradan bir insandım. Sen günün, ben davanın adamıydım. Sen 12 Eylül rejiminin gönüllü koruyucusu, ben direnişçisiydim. Sen Kürtlerin can düşmanı Aydınlıkçı, ben Kawacıydım. (...)”
Bu alıntıyı yapmamın tek bir sebebi var, o da karşımızdaki insanın ruh hâlini en açık şekliyle yansıtıyor olması.
Aynı ‘karın’dan değilse bile aynı ‘kan’dan geldiği birine yönelik bu duyguları taşıyan bir insana teşhis koyabilmek için illâ ki psikiyatrist olmak gerekli mi sizce?
Şemdin Sakık’ın yazdıklarını aktarmamın Sırrı Sakık ile en ufak bir ilgisi yok. Beni ilgilendirmiyor. Bir ailenin iç meselesi.
Şahitlik yaptığı davanın adı, konusu ya da içeriği de değil beni alakadar eden mevzu.
Alıntı yapmaktaki tek maksadım, karşımızdaki insanın ruh sağlığına dair fikir sahibi olmanızı sağlamak.
Elbette içine doğduğu koşullar onun tercihi de değil, suçu da...
Hatta, daha ileri gideyim; haklı bile olabilir böyle hissetmekte.
Beni ilgilendiren şu:
Çocukluğundan itibaren böyle büyük bir travma ve kompleksin esaretinde yaşamış, 18 yıl boyunca dünyanın en acımasız teröristlerinden biri olarak binlerce can almış birinin - herhangi bir konuda - söyleyeceklerine inanmak, sözlerine itibar etmek ne derece mümkün; bu noktayı sorguluyorum.
Son günlerin muteber tanık beyefendi(!)sini, ‘Parmaksız Zeki’ kod adıyla tanırdık. Yeni kod adının ‘Deniz’ olduğunu öğrendik.
Kod adsız yaşayamayanlardan... Yıllardır ‘dağlar’ yetmemiş, şimdi ‘deniz’i de kirleten bir canlı !
Hangi ‘deniz’in suyu yeter bilmiyorum, ellerindeki kanı yıkayarak temizlemeye.
“Artık terörist değilim” diyor ve buna inanmamızı istiyor. İşin garibi, bazıları da buna inanmaya dünden hazır.
Beyefendi(!)ye, ‘terörist değil, eski terörist’ diyebilirmişiz. Öyle buyuruyor !
Eski paşalarımızdan biri de çıkmış, sözüne güvenmemizi istiyor ‘Parmaksız Deniz’(!)in.
Kendi silah arkadaşlarına değil, yıllarca onları öldür(t)en birine itibar apoleti takıyor eski paşa.
‘Eski paşa’, ‘eski terörist(!)e’ kefil oluyor.
Ne denilebilir ki?..
Allah milletçe sabrımızı sınıyor herhalde.
Başka bir izahı yok bu durumun. Varsa da ben bulamıyorum.
KEŞKE...
Tarih her zaman tekerrürden ibaret olmasa.