Haberin Devamı
Televizyon ekranları reklamlarından, gazete sayfaları ilanlarından geçilmiyor.
İstanbul’dan başlayıp, yurdun dört bir yanına hızla yayılan ‘modern toplu konut’ projeleri birbirleri ile yarışıyor.
Beğenirsiniz, beğenmezsiniz, ayrı mesele...
Sonuçta bu ‘akıllı yaşam alanları’ - bir anlamda - memleketin ‘yeni kent kültürü’nü temsil ediyor.
Mimari ve mühendislik harikası binalardan oluşan farklı konseptlerdeki ‘kentçik’lerin çoğunun tabelasında, küresel dünya gerçeğinin kaçınılmaz sonucu olan ‘yabancı isimler’ yer alıyor.
Zaman zaman ‘özenti’ boyutuna varsa da, batı dünyasından birçok medeni ve faydalı ‘esinlenme’ ya da ‘alıntı’ gözleniyor bu devasa sitelerde.
O devasa yaşam alanlarında tüketilen / tüketilecek enerji de dev boyutta.
Ve Türkiye’nin enerji açığı ortada.
Merak ettiğim nokta da bu işte...
Her birinde binlerce insanın yaşadığı / yaşayacağı, yeni şehircilik anlayışının ürünü bu merkezler, neden ihtiyaç duydukları / duyacakları enerjiyi de kendileri üretmezler?
Örneğin, güneş enerjisi panelleri ile...
Örneğin, binlerce yaşayanının yarattığı / yaratacağı çöp ve atıklar ile...
Ya da konumunun uygun olması halinde kurulabilecek rüzgar santralleri ile...
Özel sektör için mevcut bu merakımdan, TOKİ’nin göğe yükselttiği projeler de muaf değil elbette.
‘Modern dünya’ olarak sunulan konut projelerinde, o dünyanın gerçeği olan ‘yenilenebilir enerji’ konusu neden kimsenin aklına gelmez?
İlgililere, yetkililere naçizane bir önerim var.
İZ TV’den, Coşkun Aral’ın “Güneş Başkenti Freiburg” belgeselini isteyip bir izleyin.
‘Temiz enerjinin başkenti’ olarak anılan Almanya’nın Freiburg kentinde yıllardır nasıl bir ‘yerel enerji üretimi’ gerçeği yaşanıyor bir görün.
“Türkiye’de bu tür lokal enerji üretimine mevzuat el vermiyor” diyecek olanlarınıza karşı cevabım hazır.
Gerekli görüldüğünde, istendiğinde; istenen mevzuatın yenisi ile değiştirilme hızını hepimiz biliyoruz.
İstendiğinde...
Çanakkale 1915
“Çanakkale 1915” bugün vizyona giriyor.
Biz de Ankara’da, büyük usta Turgut Özakman ve bu prodüksiyonun mimarları ile birlikte izleyeceğiz filmi, bu akşamki özel gösterimde.
‘Çılgın Türkler’, ‘Diriliş’ ve ‘Cumhuriyet’ kitaplarına imza atan Özakman’ın kaleminden çıkan bir eser “Çanakkale 1915”. O yüzden, bir sinema filminden fazlası...
Projenin yapımcılığını iki önemli ‘marka’, birlikte üstlendi: Fida Film (Murat Akdilek) ve Örümcek Yapım (Serkan Balbal).
Yönetmenliğini Yeşim Sezgin’in yaptığı filmde İlker Kızmaz, Şevket Çoruh, Barış Çakmak, Celil Nalçakan gibi tanınmış oyuncular rol aldı.
Görsel efektlerini EPICS (Serkan Zelzele), müziklerini ise Can Atilla’nın hazırladığı film, alınan özel izinlerle, Çanakkale Savaşları’nın yaşandığı ve o günlerde tarihi kararların alındığı gerçek mekanlarda, iki ayda çekildi.
Çok büyük emeklerle ve titizlikle beyaz perdeye taşınan “Çanakkale 1915”i izlemeye giderken, Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Kendi tarihini bilmeyen milletler” hakkındaki tespitini hatırlamak gerekiyor.
Biliyorsunuz değil mi Atatürk’ün o sözünü?..
DÜZELTME
Önceki günkü yazımın, “Behzat Ç.’deki o cümle” başlıklı kısmında fenomen televizyon dizisinin son bölümünde yer alan bir repliği alıntılamıştım.
Ardından da, o cümleleri yazan kişiyi anarken, “Behzat Ç.’nin yazarı Emrah Serbes” demiştim.
Evet, Emrah Serbes Behzat Ç.’nin yazarı. Ama televizyon dizisine uyarlanan eserin yazarı.
Yazıya konu repliği yazan ise o değil; dizinin senaristi. Yani Ercan Mehmet Erdem.
Hem bu başarılı dizinin hem de bu köşenin hassas müdavimlerine teşekkür ederim. Onlardan gelen uyarı mesajları sayesinde bu hatayı düzeltir, özür dilerim.
KEŞKE...
Örneğin “mesela” ya da “henüz daha” gibi Türkçe hatalarını ‘rutin’leştiren meslektaşlarımıza, çalıştıkları haber merkezinin duvar dibinde tek ayak üzerinde durma cezası verebilsek.