Uyuşturucu ile mücadele konusundaki yazılarıma gelen mesajları görmelisiniz. Öyle acı, öyle dramatik ki durum. Öyle ciddi ki konu...
İki örnek aktaracağım az sonra.
Bir bağımlıdan aldığım mektup ilki...
İkincisi de bir annenin yakarışı.
Bir bağımlının mektubu: Kimse bilmiyor, anlamıyor
Adı bende saklı...
“Bağımlıyım... Beş senedir savaşıyorum, iki üç senedir mağlup etti beni. Her şeyimi elimden aldı” diye başlıyor gelen mektup.
“Ne kadar içler acısı durumdayız, bir bilseniz” diye devam ediyor.
Sonra da şunları yazıyor mektubu gönderen okurum:
“Bu illet bizi ne hâle getiriyor, kimse bilmiyor. Böyle giderse gelecekte o yolları kullanacak gençler yok olmayacak ve bu ilgisizlik devam ederse biz anamızın, babamızın cenazesine bile gidemeyecek hâlde olacağız. Bonzai içip ölsek, böyle yaşarken ölmekten daha iyi. İstanbul’da çekirdek gibi satılıyor bu maddeler. Herkes biliyor nereler olduğunu. Neden insanlar bilgilendirilmiyor? Bizim ve ailelerimizin çektiklerini bir bizler biliyoruz, kimse bilmiyor. Parası olan iyi devlet hastaneleri ya da özel hastanelerde. Olmayan, bizim gibi ölüyor. Doktorların yazdığı ilaçlar bile karaborsa. Son 20 gündür temizim. Şimdi askere gideceğim. Benim canım çok yandı, ailemin canı çok yandı, başkalarının yanmasın. İnsanlar madde bağımlılığını ayıplamasın. Bilinçlensinler, neyin ne olduğunu bilsinler. Mesela beyaz diye bildikleri eroinin aslında kahverengi, gri olduğu anlatılsın insanlara. Yeter artık. 14 15 yaşındaki çocuklar içiyor bu zıkkımı. Yardım edin o insanlara. Ben kimseden bir şey beklemiyorum artık ama yardıma ihtiyacı olan çok insan var bu memlekette. Her insan hata yapabilir. Bu yazdıklarımı insanlara yayaymayı ve bazı şeylerin uygulanmasını siz başarabilirsiniz. Kolay gelsin.”
NOT: İsyanını, burada aktaramayacağım bazı ifadelerle dile getirdiği birkaç cümle ve ilaç isimlerini çıkardım sadece metinden. Gerisi aynen okurumun yazdığı gibi.
Bir annenin çaresizce çırpınışı
Ve bir anne...
30 yaşındaki oğlu iki defa kurtulduğu bataklıkta üçüncü kez çırpınan bir anne...
Artık, “En azından gözümün önünde, benim kontrolümde olsun” deyip, yüreği yana yana oğluna uyuşturucu parası veren bir anne...
Ailede huzur yıllardır yok, doğal olarak.
İki defa tedavi görüp kısa süreli güzel günler gördükleri için eş, dost, tanıdık da biliyor durumu. Şimdi onlara da üçüncü kez mahcup hissediyor kendini.
Baba da perişan ama o artık pes etme noktasına gelmiş neredeyse. Pek öne çıkmıyor bu son süreçte.
Evlerini satıp, daha küçük ve tabii daha ucuz bir daire almışlar nispeten alt gelir seviyesindeki insanların yaşadığı bir muhitten.
Aradaki miktarla da, ikinci kurtuluşu kutlamak için bir otomobil almışlar evlatlarına.
Ama bir süre geçmiş, yine olmamış.
Şimdi o otomobili satmayı düşünüyorlar.
N’olur oğlumu hapse atsınlar
Çaresiz anne ne istiyor biliyor musunuz?
Oğlunun cezaevine girmesini istiyor !
İnanılır gibi değil ama bakın ne diyor:
“Murat Bey, sizin çevreniz geniş. N’olur konuşun polisle, mahkemeyle; benim çocuğumu hapse atsınlar. Orada daha güvende olacak. Hem belki tedavisi de orada yapılır. Yoksa böyle devam ederse bu işin sonu belli. Kaybedeceğim ben evladımı bu iş böyle giderse. Benim artık gücüm kalmadı. Psikolojim de bozuldu. Biz bu işin altından kalkamayacağız. Size yalvarıyorum şu çocuğumu cezaevine koydurun.”
***
Biliyorum; bu satırları okuduktan sonra birkaç dakika hüzünlenip “Ah yazık” deyip günlük yaşamınıza döneceksiniz.
Tek istediğim o birkaç dakika içinde “Ben ne yapabilirim” diye bir düşünmeniz.
Belki vardır yapabileceğini bir şey...