Haberin Devamı
‘Duyarsızlığın vardığı noktayı göstermesi’ boyutunu mu öne çıkarsam?
Yoksa...
“Vahşi kapitalizmin omurgasını oluşturan ‘rant’ gerçeğinin ‘gökyüzü’ne yükselişi” adını mı koysam?
Ne fark eder?
Sonuç ortada.
Afedersiniz ama “Mal meydanda !” Kazlıçeşme Meydanı’nda...
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti projesinin sembol fotoğrafıydı gördüğünüz bu eser. Dünyanın tanıdığı fotoğraf sanatçısı Rainer Stratmann imzalı ‘İstanbul’un tarihi yarımada silueti’nin bulunduğu yerlerden biri de neresi biliyor musunuz?
İstanbul Atatürk Havalimanı VIP Salonu.
Aprondan VIP’e girişte, hemen sağda asılı duruyor bu enfes kare.
Yani, bu memlekete gelen herkesi karşılayan ilk fotoğraf.
Yani, bu kentin övünç madalyası.
Duvardaki afişte yer alan ünlünün fotoğrafına keçeli kalemle sakal, bıyık, sivilce, ben çizme alışkanlığı olan bir toplumuz biz.
Daha da ötesi, o ünlünün gözlerini oymayı seven bir toplumuz.
Sultanahmet’in, Ayasofya’nın minarelerinin yanından yükselen, Kazlıçeşme’deki o gökdelenler; İstanbul’un tarihi yarımada siluetine çizilen sakal, bıyıktır.
Afişteki İstanbul’un gözlerinin oyulmasıdır.
Peki, o fotoğraf ile dünyaya yaptığımız tanıtımın sloganı neydi, hatırlıyor musunuz?
“İstanbul: The Most Inspiring City in The World Dünyanın En İlham Verici Kenti”.
Birilerinin o ilhamı, sadece ‘rant’ konusunda aldığı belli!
Öğretmenlere çare biz miyiz?
“Öğretmenlere verilen devlet sözü tutulsun.”
Sadece benim değil, bütün meslektaşların elektronik posta kutusu bu başlığı taşıyan e-maillerle doluyor her gün. Oturup saymadım ama her gün yüzlercesi geliyor aynı başlıkla.
Bir de, içeriği aynı olan ama “Sizi son kez rahatsız ediyoruz” cümlesiyle gönderilenler var. Lâkin o “son” bir türlü gelmiyor.
İtiraf etmeliyim ki, bunaltıcı ve etkisini yitiren bir yöntem bu mail bombardımanı.
Hatta, ters tepen bir yöntem...
Ataması yapılmayan öğretmenlerin mağduriyetini elbette görüyoruz. Elbette hak veriyoruz.
Keşke, bizim söylememizle, bizim yazmamızla hallolsa mesele.
Evet, “Verilen söze rağmen hâlâ atanmayan öğretmenlerin görevlendirmesi yapılmalı.”
Evet, “Gencecik öğretmenleri intihara kadar götüren bu travma artık son bulmalı.”
Ama bu sorunun çözümü yolunda, “Size yazmaktan başka çaremiz yok” kolaycılığına da itirazım var.
Çocuklarımızı eğitmeye aday olma iddiasındaki öğretmenlerimizden, gazetecilere e-mail göndermekten daha yaratıcı, daha etkili yollar bulmalarını beklemek de bizim hakkımız olsa gerek.
Meral Okay ve Erdoğan Arıca
Bu yazıyı tamamlayıp, Erdoğan Arıca’nın cenaze törenine gidiyorum.
Yaşarken, işini yaparken, toplum olarak sahip olduğumuz ‘hastalıklı alışkanlık’tan payına düşeni almış bir isimdi Arıca da.
‘Sosyal linç’ geleneğimizden nasibini almıştı, hatırlarsınız...
Neden?
Çünkü hadsizliğe, haksızlığa, terbiyesizliğe karşı; sessiz, tepkisiz kalamıyordu. Karadenizli damarına basıldığında, dizginlenemiyordu.
Göçtü, gitti işte o da...
“Asla unutmayacağız” denilerek birkaç özel insan dışındakiler tarafından - birkaç gün içinde unutacaklar listesindeki son isim oldu.
Meral Okay gibi, diğerleri gibi, belki de herkes gibi..
Dedim ya, cenazeye gidiyorum şimdi.
Zihnimde; Meral Okay’ın büyük aşkı, eşi Yaman Okay’ı anlattığı mektuptan şu küçük parçanın yankılarıyla...
“Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.”
KEŞKE...
Her şeyi çok bilmek yerine, birazcık kendimizi bilsek...