Fazla söze gerek yok.
Kısacık yazacağım.
Gördünüz değil mi Suriye’de öldürülen o çocukların yan yana sıralanmış cansız bedenlerini?
“Hunharca bir katliam” nitelemesinin bile hafif kaldığı bu olay karşısında sesini yükseltmeyenleri anlamak mümkün mü?
O manzara karşısında ayağa kalkmak için o ya da bu taraftan olmak değil, sadece ‘insan’ olmak gerekiyor.
Kimyasal silah unsuru elbette işin boyutunu daha da vahim bir noktaya taşıyor ama beni ‘nasıl öldürüldükleri’nden öte ‘öldürülmüş olmaları’ ilgilendiriyor.
Ve buradan bildiğim bütün bedduaları ediyorum o manzaranın sorumlularına.
Her gece kabusunuz olsun o küçücük çocukların kefenler içindeki görüntüsü!
NOT: Lütfen bana, başka yerlerdeki başka ölümlerden örnek verip, “Bunlara da aynı tepkiyi gösterdin mi?” türünden bildik saçma soru cümleleriyle gelmeye kalkmayın. Katilin ‘öyle’si, ‘böyle’si olmaz. Katil katildir ve hak ettiği sadece lanetlenmektir.
BİZ DİGİTURKZEDELER
Meğer ne çokmuşuz...
Ne kadar çok Digiturkzede varmış memlekette.
Digiturk mağdurları olarak, adeta bir STK’ymışız (Sivil Toplum Kuruluşu) da haberimiz yokmuş.
“Tebrikler Digiturk !” diye yazdım ya dün; öyle bir geri dönüş oldu ki...
Arayanlar, e-mailler, SMSler, facebook mesajları, tweetler...
Mesele bir futbol maçı yayını için talep edilen ekstra ücret değil.
Konu 50 ya da 25 TL değil.
Karşımızda duran; karşı çıktığımız bir ‘zihniyet’ meselesi.
Digiturk’ün, müşteriyi ‘velinimet’ değil ‘yolunacak kaz’ görme zihniyetine gösterdiğim tepkiye gelen destek ve katkı mesajlarından birini paylaşıyorum şimdi:
“Dijiturk ile 7-8 sene evvel bir davet üzerine, genel müdür yardımcılığı gibi bir pozisyon için (headhunter daveti ile) iş görüşmesine gitmiştim. Mülâkat 2 saat civarında sürdü. ‘Abone sayımız 900 bin, hedefimiz 1 milyon 200’e ulaşmak. Bunun için ne yapalım? Hemen bir şey düşünür müsünüz?’ dediler. İş görüşmesi... 2 fikir verdim. Yaklaşık bir ay sonra aradılar, ‘O pozisyona içeriden birini yükselttik’ gibi bir cevap... Sevgi, saygı, hoşçakalın nazikçe... Bir ay sonra da, o görüşmede verdiğim fikirlerden birini ‘Komşunu davet et’ kampanyası olarak hayata geçirdiler. Ardından da diğerini; ‘Yan odaya Digiturk’ diye. Mahkemeye versen ne yapacaksın, nasıl ispatlarsın? Öyle bir pozisyon hiç yoktu belki; belki ülkedeki iyi tiplerden ‘fikir çalma’ masası yarattılar, bilemiyorum. Kapitalizm işte...”
(Önemli Not: Arkadaşımın da dediği gibi; bunun bir ‘fikir çalma’ operasyonu olduğunu kanıtlamak elbette mümkün değil. Belki masum bir ‘esinlenme’dir yaşanan, kim bilir? Belki de aynı 2 fikir, orada çalışan bambaşka birinin de aklına gelmiştir. Dolayısı ile bu anekdotu aktararak, Digiturk’ü kurumsal olarak itham etmek gibi bir maksadım yok, olamaz da. İddia edildiği şekilde bir olay yaşandıysa bile, bu, o kurumda çalışan bir kişinin şahsi, münferit bir uygulaması da olabilir elbette.)
Aslına bakarsanız, ‘müşteriye saygı ve sadakat’ başlığında sicili bozuk olan tek kurum Digiturk değil elbette.
Farklı hizmet sektörlerinden onlarca örnek var aynı sıkıntıyı bizlere yaşatan.
Kimse merak etmesin; yeri, zamanı geldiğinde onlara da aynı tepkiyi gösteriyoruz, yine gösteririz.
Bu arada unutmadan...
Gelen tepki ve destek mesajlarından başka örnekler aktarmamamın nedeni, yer darlığı.
Değil bu köşenin yetersiz kalması; Digiturk ile müşteri olarak ‘kötü anı’ sahibi olanların mesajlarını aktarmak istesem, bizim gazetenin neredeyse ayrı bir ‘ilave’ yayınlaması gerekir!
KEŞKE...
Yaşadıklarımızın bazılarını hemen unutabilsek, bazılarını ise hiç unutmasak.