Haberin Devamı
Hakkında iddia olanlar, bu iddiaların gerçek olduğunu, iddia sahiplerinin ispat etmesini bekliyor.
İddia sahipleri ise iddiaların gerçek olmadığını, hakkında iddia olanların kanıtlamasını istiyor. Türkiye’de sistem uzun süredir böyle işliyor.
Genel kural ikincisi aslında. Yani, “iddiayı, iddia sahibinin ispat etmesi gerekir” şeklinde. Lâkin bizde durum maalesef farklı.
Birine “hırsız” diyorsunuz.
O kişi “Hayır değilim” diyor.
Cevabınız hazır: “Olmadığını kanıtla!”
Gıyabında, “O yalancı” diyorsunuz biri hakkında.
Yanınızdakiler, “Hangi yalanını biliyorsun, peşinen karalama” diyor.
Cevap yine hazır: “Siz onun avukatı mısınız?”
Böyle yaşanıyor bizde vaziyet.
Herkes hırsız, herkes yalancı.
Peşinen kabul ediyoruz başkaları hakkındaki iddiaları.
Yargısız infazlara ortak olmaya pek bir meraklıyız. Hatta dünden hazırız yargısız infazcılara alkış tutmaya.
Dayanak noktalarımız da o meşhur atasözlerimiz:
“Yani gözümle görmedim tabii ama... Malum; ateş olmayan yerden duman çıkmaz.”
“Şimdi, günahını almak da istemiyorum ama... Ne demişler, insanoğlu çiğ süt emmiş.”
“Vallahi ne bileyim... İnanmak istemiyorum ama... Şu hayatta babana bile güvenmeyeceksin demişler.”
Peşinen belirteyim; bu yazıyı dün TBMM’de, 4 eski bakan hakkındaki soruşturma önergesi gündemini kastederek yazmıyorum. Sadece Meclis kulislerindeki sohbetlerin çağrışımı ile böyle başladım.
Meclis, Türkiye’nin bir yansıması.
Vekiller ne ise asiller de o. Ya da tam tersi; asiller öyle olduğu için vekilleri de böyle.
Meclis kulislerindeki sohbetler ile Anadolu’nun herhangi bir kentindeki kahvehanede yapılanlar arasında pek bir fark yok.
Sorunumuz şu...
Başkaları hakkında konuşulanlara inanmaya bu denli teşne iken, kendimiz ya da ailemizden, yakın çevremizden biri hakkında söylenenlere karşı nasıl da sert tepkiler veriyoruz.
İddialar şahsen bize ya da bizden birine dair ise eğer; bu defa o iddiaları seslendirenler yalancı, hain, kumpasçı, riyakâr oluveriyor nezdimizde.
Herkes olağan şüpheli, biz tertemiziz.
Herkes potansiyel suçlu, biz pirüpak.
Böyle bir ortamda...
Asıl bile değil, tek ihtiyacımız olan; gerçekten adil olduğuna inandığımız bir adalet sistemi.
Bu da anormal bir talep, lüks bir beklenti olmasa gerek.
Sadece ‘olması gereken’i istiyoruz, fazlasını değil.